6 Temmuz 2013 Cumartesi

Memur tercihini yaptı!


İşte 1,5 memurun sendika tercihi... 

Sendikalı memur sayısı 1 yılda yaklaşık 90 bin arttı.

2 milyon 134 bin 638 memurun 1 milyon 468 bin 21'i sendikalı. Sendikalı memur oranı 68,77'ye yükseldi.

Memur-Sen'in üye sayısı 1 yılda 57 bin arttı ve 707 bin 652'ye ulaştı.

Sendikalı memurların yarısı, toplam memurların 3'te biri Memur-Sen'e üye bulunuyor.

Memur-Sen'in üye sayısı Türkiye Kamu-Sen ve KESK'in toplamından fazla.

Türkiye Kamu-Sen'in üye sayısı 1 yılda 26 bin arttı ve 445 bine çıktı.

KESK'in üye sayısı 1 yılda 3 bin 124 azaldı ve 237 bin 180'e geriledi.

Sendika yerine "güvenilir liman" arayan memurların tercihinin şekillenmesinde de bu kaygı ağır basıyor.

"Güvenli sendikanın, işverenle sorun yaşamayan sendika" olduğu algısı dikkate alındığında,  memur, işverenin "uzağındaki" değil, "yakınındaki" konfederasyonu seçiyor. 

Türkiye koşullarında "işini bilmeyi" öğrenen memur, bu zor denklemi de "Benim memurum işini bilir, sendika tercihini de ona göre yapar" yöntemiyle  aşmaya çalışıyor.

29 Ocak 2013 Salı

2 Çay, 1 İş


İçilen her bardak çayın boğaza düğümlendiği, işsizlerin güne başladığı o yer... Keşke bir bardak daha içmesem diyenlerin hikayesi... 

Malum Türkiye'de son yıllarda bazı şeyler hızla değişiyor! Bazı şeylerse hiç değişmiyor...

Bunlardan biri de işsizlik, başka bir adla istihdam sorunu. Rakamlara bakarsanız Türkiye büyüyor, yüzdeler değişiyor. Ama hala resmi istatistiklere göre yaklaşık 2 milyon 550 bin kişi işsiz. Bunların çok önemli bir bölümü de genç.

Hal böyle olunca işsizler Türkiye İş Kurumu ya da allanıp pullanan özel istihdam bürolarının kapısını çalıyor!

Çalıyor çalmasına da iş kapısını açabilen şanslıların sayısı çok az. Öyle ki kendisine uygun bir iş bulunduğu haberine beklerken ayları hatta ve hatta yılları devirenler var.

Bazı işsizler ise ümidini kestiğinden hayatta kalabilmek, evlerine ekmek götürebilmek için kendi başının çaresine bakmak zorunda kalıyor. Yani işsizler, iş bulmak için kendi yöntemleri geliştiriyor.

İşte bunlardan biri de amele pazarları. Pek çoğu uzun yıllardır aynı yerlerinde ekmek parası umudunu taze tutmaya devam ediyor. Bazıları ise değişen Türkiye'den nasibini almış.

Fotoğraf da bu değişime işaret ediyor. Fotoğraftaki yer Zonguldak'ta amele pazarı görevi gören bir kahve. Adı ''İşçi Kahvesi''. Ama adı sizi yanıltmasın, çünkü burası aslında bir ''İşsiz Kahvesi''. Bu kahveyi mahallenizde boş zaman öldürülen kahvelerle karıştırmayın. Çünkü kahvenin isminin atında yazılan ''usta ve amele bulunur''  yazısı kahvenin asıl işlevini gösteriyor.

İşçi Kahvesi'nin bugüne kadar kaç eve ekmek parasının girmesine vesile olduğu bilinmez ama içerinin tıka basa dolu olmasından kentteki işsizlik sorunun büyüklüğünü tahmin etmek güç değil.

Bu arada Zonguldaklı işsizin nispeten şanslı olduğunu söylemek mümkün!

Ne de olsa ülkenin birçok yerinde, sabahın ayazında günü birlik iş bulmak için amele pazarlarında bekleyen onca kişi var!

12 Ocak 2013 Cumartesi

Borcu olana iş yok!


Maden facialarına kılıf bulmakta yaratıcılık sınır tanımıyor. İşte madenlerdeki olağan şüpheliler...  

İşverenin ihmali, devletin göz yumması ve toplumsal duyarsızlık nedeniyle neredeyse bütün madenler artık birer ''cinayet mahalline'' dönüşmüş durumda. Bu cinayetlerde, işçiyi adeta ölüme gönderen işverenin, denetimlerini facia sonrasına saklayan devletin ve ''yine maden patlamış vah vah'' diye olup bitenleri izleyen herkesin istikrarlı bir katkısı var.

Bunun yanında bir de işverenlerin şeytanın bile aklına gelmeyecek ''suçlu'' yaratma çabaları...

Bunlardan sonuncusuna Türkiye Taşkömürü Kurumu imza attı. Hem de 8 madencinin yaşamını yitirmesinden 2 gün sonra hem de daha ölen madencilerden bazılarının cansız bedenleri hala maden çıkarılmayı beklerken.

Türkiye Taşkömürü Kurumu yetkilileri iş kazalarıyla ilgili değerlendirme yapıp teşhisi koymuş: ''Borcu olan ve icralık duruma gelen madenci, kafası dalgın olduğu için büyük kazalara neden oluyor''muş. 

Bu durum bir genelgeyle de somutlaştırılmış:
"İcralık duruma düşen işçilerin akıllarının sürekli iş harici konularla meşgul olması sonucu konsantrasyon problemi yaşamalarının muhtemel bulunması nedeniyle işlerini dikkatli yapamama olasılığı bulunmakta, kendilerinin ve yanında çalışanların sağlığı ve iş güvenliği açısından büyük risk oluşturmakta, dolayısıyla iş verimini olumsuz yönde etkilemektedir. Ayrıca sık sık haciz ve icralık duruma düşen işçilerimizle ilgili kararlara ait dosyaların takibini ve işlemini yürüten personel, muhasebe ve hukuk birimlerimizi yoğun mesai harcamak zorunda bırakıp önemli zaman kaybına neden olmaktadır.''

İcralık işçilerin durumlarını düzeltmeleri için uyarılması istenen genelgede, bunun için kendilerine 1 yıl süre verilmesi aksi halde savunmaları alınarak iş akitlerinin feshedileceği belirtiliyor. 

İşverenin bu iddiası hangi bilimsel sonuca dayanmaktadır, iş yerindeki kazalardan kaçı bu nedene dayanmaktadır bilinmez!

Ama böylesine bir  iddiayla ortaya çıkanların önce madenlerde kaç kişinin, hangi ihmaller nedeniyle öldüğünü ve bunların kaçının maaşında haciz olduğunu açıklaması gerekir. Ve elbette bir de borç sarmalındaki işçilere ne kadar ücret ödediklerini...

Oysa bugüne kadar yaşanan iş cinayetleri aslında katili de haykırıyor...

Failleri aslında herkes çok iyi biliyor...

Onlar, işçileri maskesiz madene indirenler...

Denetim raporlarıyla alay edercesine faaliyetlerine hiçbir şey olmamış gibi devam edenler...

Madenin en tehlikeli yerine taşeron işçiyi göndermekte sakınca görmeyenler... 

Ve tüm bu olup bitenlere göz yumanlar...

Madenciler, borçları olduğu için değil, insan hayatını bile hiçe sayacak kadar gözü dönmüş, iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini masraf olarak gören, adeta Azrail'in görevine soyunmuş işverenlerin ihmalleri nedeniyle ölmektedir.

Bunu anlamak için iş cinayetinin yaşandığı yerde tespit edilen ihmallerin ve ihlallerin listesine bakmak yeterli.

O uzayan listelerde bazılarının maliyeti komik düzeylerde kalan pek çok ihmal sıralanırken nedense işçilerin borçlu olmasından bahsedilmiyor!

Hadi tüm bu gerçekleri bir an olsun kenara koyalım...

Madende çalışan madenci, iş kazası nedeniyle öldüğünde borçluysa, maaşında haciz varsa  birilerinin konuşmadan önce biraz utanması gerekmez mi?

14 Aralık 2012 Cuma

Başarı buna denir: 923 ölü


Ekmek götürmek için çıktıkları evlerine bir daha dönemediler... Ana, baba, çocuktular... Sayıları bu yıl 923'te kaldı!...

Türkiye, iş kazalarının, bu kazalarda ölen ya da yaralananların sayısı yıllara göre değişse de
değişmeyen bir üne sahip:  "Ölümlü iş kazalarında Avrupa'da birinciliği, Dünya üçüncülüğü."

Yıllardır bu sıralamada değişiklik olduğu ne duyulmuş ne de görülmüş değil.

Ancak bu sıralamaya bir itiraz var.

Yaklaşık 5 yıldır İş Sağlığı ve Genel Müdürlüğü görevi yapan Kasım Özer, "Kim çıkardı bilmiyorum ama Türkiye iş kazalarında Avrupa birincisi, dünya üçüncüsüdür diye bir ifade var. Bu kesinlikle yanlıştır, rakamlar meydandadır. Biz Avrupa'da ilk 15'in altında, Dünya'da ise çok daha iyi durumdayız" diyor.

Özer, bu savunmasını desteklemek için de yüz binli oranlarla örnekler veriyor. Bunlardan birine göre Türkiye'de ölümlü iş kazası oranı son 10 yılda yüz binde 16.9'dan 7.8'e inmiş. Yani oran yarı yarıya azalmış.

Peki rakamlarda bu değişimler olurken işçilere ne olmuş?

Yıl 2002 iş kazalarında ölen işçi sayısı 872.

1 Ocak-11 Aralık 2012 iş kazalarında ölen işçi sayısı 923.

Yani tüm o yüz binli oranlarda sağlanan başarının somut karşılığı 923 işçinin yaşamını yitirmesi olarak karşımıza çıkıyor. Yani 923 aile, bir sabah ya da bir gece yarısı eve ekmek getirmek için işe giden babasını, annesini ya da daha işteki ilk günlerini geçiren gencecik evladını kaybetti.

O "başarı" işte bu 923 ölümle yakalandı.

Bu arada içiniz rahat olsun Kasım Özer'in söylediğine göre, Türkiye'nin iş güvenliği mevzuatının, AB mevzuatından bir kelime eksiği yok.

Özer'in iş güvenliği uzmanlarına, iş yeri hekimlerine de uyarıları var: "İş güvenliği uzmanı olarak, iş yeri hekimi olarak birinci görevimiz, işvereni ikna etmek olmalı. Hani derler ya altından gir üstünden çık."  

İşte böyle...

Yoksa bu başarılar kolay mı elde ediliyor sandınız!...

26 Kasım 2012 Pazartesi

Asgari ücretliye "muhteşem" zam!


Asgari ücretlinin merakla beklediği aralık ayı geldi çattı. Asgari ücrette zam pazarlığı başlıyor. Müjdeli haberlere hazır olun!

En kötü koşullarda ve en düşük ücretle çalıştırılan milyonlarca asgari ücretliye gelecek yıl yapılacak zammın belirleneceği süreç başlıyor. 

Malum asgari ücret 15 kişilik komisyonda belirleniyor. Komisyonda hükümet, TİSK ve Türk-İş 5'er kişiyle temsil ediliyor. Yüzbinlerce taşeron işçiyi asgari ücretle çalıştıranın bizzat devlet olduğu düşünüldüğünde masada işverenler aslında 10 kişi. Buna bir de Türk-İş'in üyeleri arasında asgari ücretli bulunmadığı da eklenirse aslında asgari ücretli, çalışırken olduğu gibi masada da tümüyle sahipsiz kalıyor.

Hal böyle olduğu için asgari ücret halen brüt 940,50 lira. Asgari ücretten her ay tam 200.71 lira kesinti yapılıyor. Sonuçta asgari ücretlinin tüm ihtiyaçlarını karşılayabilmek için 739.79 lira ile yetinmesi gerekiyor.

"Asgari ücret zammında acaba bu sene farklı olur mu" sorusunun yanıtı ise hükümetin 2013 yılı programında gizli. Ekonomi konusunda krizle boğuşan Avrupa ülkelerine kibirle bakan ekonomi kurmayları, asgari ücretin Ocak ve Temmuz'da yüzde 3 artırılmasını öneriyor. Yani yere göğe sığdırılamayan ekonomiden asgari ücretliye asgari zam düşüyor. 

Buna rağmen "asgari ücretliye müjde" haberlerine hazırlıklı olun!

Yüzde 3 zam 22.19 lira

Yüzde 4 zam 29.59 lira

Yüzde 5 zam 36.98 lira

Yani günde yaklaşık 1 liralık zam!...

Öyle ya bu kadar "muhteşem" tartışmanın yanına ancak böylesine muhteşem bir zam yakışırdı!

19 Kasım 2012 Pazartesi

Daha 18...



18 yaşında...

İşteki 15. gününde... 

Göçükte 20 saat mahsur kaldı...

Sonra...

Haber sabaha karşı 5.30'da geldi. Sivas'taki bir maden ocağında göçük meydana gelmiş 3 işçi yaşanan göçükte mahsur kalmıştı.

Olayın ardından iş makineleri ve madencilerin arkadaşları taşı toprağı kazıyarak 3 işçiyi kurtarmak için zamanla yarışa başladı. Bu çabalar tam 20 saat sürdü. Göçüğün madenin girişiyle sınırlı olması dolayısıyla işçiler sağ olarak mahsur kaldıkları yerden çıkarıldı.

Buraya kadar olanlar aslında Türkiye'de çok da alışık olmadığımız bir maden kazasından kurtuluş hikayesi olarak hafızalarımızda yer aldı. 

Bir de Ahmet Yakar...

Ahmet Yakar kim mi? Ekmek parası için Adana'dan kalkıp Sivas'a gelen Ahmet, bu maden kazasında kurtulan işçilerden en küçüğü. Henüz 18 yaşında. Çok mu küçük? Yasal mevzuata göre, bir madende gece vardiyasında çalışabilecek kadar büyük. Çünkü mevzuat 18 yaşındaki bir erkeğin madende ve gece vardiyasında çalışabileceğini söylüyor.

Buraya kadar her şey kitabına uygun. Peki 18 yaşına yeni girdiği için daha önce bu tür bir işte çalışmamış olması gereken bir işçiye gerekli eğitimler ve koruyucu donanımlar verilmiş miydi? İşçilerin gündelik kıyafetlerle ambulans ve hastanede çekilmiş fotoğrafları, madene nasıl sokuldukları konusunda başkaca bir yanıta gerek bırakmıyor.

Trajik bir başka nokta ise işçilerin henüz 15 gündür madende çalışıyor olması. Yani Türkiye ve bu işletme iş sağlığı ve güvenliği konusunda o kadar iyi durumdaki 15 gün önce işe başlayan işçileri elini kolunu sallayarak madene sokabiliyor. 

Ocaktaki göçük bir faciaya dönüşmeyince Ahmet ve arkadaşları birkaç saatlik serum takviyesinin ardından taburcu edildi. Bilin bakalım nereye gittiler? Başkaca gidecek bir yerleri olmadığı için neredeyse mezarları olmak üzere olan madendeki şantiye döndüler.

Madenlerde çalışmaya devam ederse Ahmet'i iki şey bekliyor...

Ahmet ya "güzel ölecek" ya da "güzel günler görecek"

16 Kasım 2012 Cuma

Kılavuzu katil olanın...


Dört bir yanı savaş, barut ve kan kokusu sardığında bakın ne tuhaf şeyler oluyor...

Malum İsrail, Gazze’ye yönelik yeni bir saldırı başlattı. İsrail’in füzelerine,  Gazze’deki irili ufaklı birçok grup intikam açıklamaları ve roketlerle karşılık veriyor.

Kıyaslanacak gibi olmasa da iki taraftan kayıplar var. İki taraf da kullandığı silahlarla düşmanının çocuklarını, bebeklerini öldürmeyi başarmış durumda!

Etrafı tam anlamıyla savaş coğrafyasında dönen Türkiye’de insanlar doğal olarak bir savaş endişesine kapılmış durumda.

Ülke içinde 10 yıllardır yaşananlar, Türkiye sınırına giren Suriye savaşı ve son olarak kangren haline gelen İsrail-Filistin meselesi bu endişeleri büyütüyor.

Dün Irak’ta savaş olmasın diye sokaklara dökülenler, bugün de aynı tutarlılık ve inatla SAVAŞA HAYIR demeye devam ediyor.

Bir de savaşı ve olası savaşları koltuğunda izleyip ahkam kesen “savaş çığırtkanları”, “aklı karışanlar”, “taklacılar” ve “katillerin sırtını sıvazlayanlar” var.  

Bunu yaparken de savaşları ayırt edip, hoşlarına giderse “vur, kır, parçala” diyenler, gitmezse
timsah gözyaşları arasında “mazlum” edebiyatı yapıyorlar.

Dün Suriye’de SAVAŞA HAYIR diyenlerle akılları sıra dalga geçenler, küfürler edenler,  Gazze için “savaşı durdurun” demeye başlamış. Meğer 10 aylık bebeğin ve onlarca insanın öldürülmesini bekliyorlarmış...

Yaptıkları tam olarak şu: Katil bendense savaş devam, değilse savaşı durdurun!

Oysa kılavuzu katil olanın elindeki kan temizlenmez!... 

Savaş insanlığı öldürür...

SAVAŞA HAYIR...