14 Aralık 2012 Cuma

Başarı buna denir: 923 ölü


Ekmek götürmek için çıktıkları evlerine bir daha dönemediler... Ana, baba, çocuktular... Sayıları bu yıl 923'te kaldı!...

Türkiye, iş kazalarının, bu kazalarda ölen ya da yaralananların sayısı yıllara göre değişse de
değişmeyen bir üne sahip:  "Ölümlü iş kazalarında Avrupa'da birinciliği, Dünya üçüncülüğü."

Yıllardır bu sıralamada değişiklik olduğu ne duyulmuş ne de görülmüş değil.

Ancak bu sıralamaya bir itiraz var.

Yaklaşık 5 yıldır İş Sağlığı ve Genel Müdürlüğü görevi yapan Kasım Özer, "Kim çıkardı bilmiyorum ama Türkiye iş kazalarında Avrupa birincisi, dünya üçüncüsüdür diye bir ifade var. Bu kesinlikle yanlıştır, rakamlar meydandadır. Biz Avrupa'da ilk 15'in altında, Dünya'da ise çok daha iyi durumdayız" diyor.

Özer, bu savunmasını desteklemek için de yüz binli oranlarla örnekler veriyor. Bunlardan birine göre Türkiye'de ölümlü iş kazası oranı son 10 yılda yüz binde 16.9'dan 7.8'e inmiş. Yani oran yarı yarıya azalmış.

Peki rakamlarda bu değişimler olurken işçilere ne olmuş?

Yıl 2002 iş kazalarında ölen işçi sayısı 872.

1 Ocak-11 Aralık 2012 iş kazalarında ölen işçi sayısı 923.

Yani tüm o yüz binli oranlarda sağlanan başarının somut karşılığı 923 işçinin yaşamını yitirmesi olarak karşımıza çıkıyor. Yani 923 aile, bir sabah ya da bir gece yarısı eve ekmek getirmek için işe giden babasını, annesini ya da daha işteki ilk günlerini geçiren gencecik evladını kaybetti.

O "başarı" işte bu 923 ölümle yakalandı.

Bu arada içiniz rahat olsun Kasım Özer'in söylediğine göre, Türkiye'nin iş güvenliği mevzuatının, AB mevzuatından bir kelime eksiği yok.

Özer'in iş güvenliği uzmanlarına, iş yeri hekimlerine de uyarıları var: "İş güvenliği uzmanı olarak, iş yeri hekimi olarak birinci görevimiz, işvereni ikna etmek olmalı. Hani derler ya altından gir üstünden çık."  

İşte böyle...

Yoksa bu başarılar kolay mı elde ediliyor sandınız!...

26 Kasım 2012 Pazartesi

Asgari ücretliye "muhteşem" zam!


Asgari ücretlinin merakla beklediği aralık ayı geldi çattı. Asgari ücrette zam pazarlığı başlıyor. Müjdeli haberlere hazır olun!

En kötü koşullarda ve en düşük ücretle çalıştırılan milyonlarca asgari ücretliye gelecek yıl yapılacak zammın belirleneceği süreç başlıyor. 

Malum asgari ücret 15 kişilik komisyonda belirleniyor. Komisyonda hükümet, TİSK ve Türk-İş 5'er kişiyle temsil ediliyor. Yüzbinlerce taşeron işçiyi asgari ücretle çalıştıranın bizzat devlet olduğu düşünüldüğünde masada işverenler aslında 10 kişi. Buna bir de Türk-İş'in üyeleri arasında asgari ücretli bulunmadığı da eklenirse aslında asgari ücretli, çalışırken olduğu gibi masada da tümüyle sahipsiz kalıyor.

Hal böyle olduğu için asgari ücret halen brüt 940,50 lira. Asgari ücretten her ay tam 200.71 lira kesinti yapılıyor. Sonuçta asgari ücretlinin tüm ihtiyaçlarını karşılayabilmek için 739.79 lira ile yetinmesi gerekiyor.

"Asgari ücret zammında acaba bu sene farklı olur mu" sorusunun yanıtı ise hükümetin 2013 yılı programında gizli. Ekonomi konusunda krizle boğuşan Avrupa ülkelerine kibirle bakan ekonomi kurmayları, asgari ücretin Ocak ve Temmuz'da yüzde 3 artırılmasını öneriyor. Yani yere göğe sığdırılamayan ekonomiden asgari ücretliye asgari zam düşüyor. 

Buna rağmen "asgari ücretliye müjde" haberlerine hazırlıklı olun!

Yüzde 3 zam 22.19 lira

Yüzde 4 zam 29.59 lira

Yüzde 5 zam 36.98 lira

Yani günde yaklaşık 1 liralık zam!...

Öyle ya bu kadar "muhteşem" tartışmanın yanına ancak böylesine muhteşem bir zam yakışırdı!

19 Kasım 2012 Pazartesi

Daha 18...



18 yaşında...

İşteki 15. gününde... 

Göçükte 20 saat mahsur kaldı...

Sonra...

Haber sabaha karşı 5.30'da geldi. Sivas'taki bir maden ocağında göçük meydana gelmiş 3 işçi yaşanan göçükte mahsur kalmıştı.

Olayın ardından iş makineleri ve madencilerin arkadaşları taşı toprağı kazıyarak 3 işçiyi kurtarmak için zamanla yarışa başladı. Bu çabalar tam 20 saat sürdü. Göçüğün madenin girişiyle sınırlı olması dolayısıyla işçiler sağ olarak mahsur kaldıkları yerden çıkarıldı.

Buraya kadar olanlar aslında Türkiye'de çok da alışık olmadığımız bir maden kazasından kurtuluş hikayesi olarak hafızalarımızda yer aldı. 

Bir de Ahmet Yakar...

Ahmet Yakar kim mi? Ekmek parası için Adana'dan kalkıp Sivas'a gelen Ahmet, bu maden kazasında kurtulan işçilerden en küçüğü. Henüz 18 yaşında. Çok mu küçük? Yasal mevzuata göre, bir madende gece vardiyasında çalışabilecek kadar büyük. Çünkü mevzuat 18 yaşındaki bir erkeğin madende ve gece vardiyasında çalışabileceğini söylüyor.

Buraya kadar her şey kitabına uygun. Peki 18 yaşına yeni girdiği için daha önce bu tür bir işte çalışmamış olması gereken bir işçiye gerekli eğitimler ve koruyucu donanımlar verilmiş miydi? İşçilerin gündelik kıyafetlerle ambulans ve hastanede çekilmiş fotoğrafları, madene nasıl sokuldukları konusunda başkaca bir yanıta gerek bırakmıyor.

Trajik bir başka nokta ise işçilerin henüz 15 gündür madende çalışıyor olması. Yani Türkiye ve bu işletme iş sağlığı ve güvenliği konusunda o kadar iyi durumdaki 15 gün önce işe başlayan işçileri elini kolunu sallayarak madene sokabiliyor. 

Ocaktaki göçük bir faciaya dönüşmeyince Ahmet ve arkadaşları birkaç saatlik serum takviyesinin ardından taburcu edildi. Bilin bakalım nereye gittiler? Başkaca gidecek bir yerleri olmadığı için neredeyse mezarları olmak üzere olan madendeki şantiye döndüler.

Madenlerde çalışmaya devam ederse Ahmet'i iki şey bekliyor...

Ahmet ya "güzel ölecek" ya da "güzel günler görecek"

16 Kasım 2012 Cuma

Kılavuzu katil olanın...


Dört bir yanı savaş, barut ve kan kokusu sardığında bakın ne tuhaf şeyler oluyor...

Malum İsrail, Gazze’ye yönelik yeni bir saldırı başlattı. İsrail’in füzelerine,  Gazze’deki irili ufaklı birçok grup intikam açıklamaları ve roketlerle karşılık veriyor.

Kıyaslanacak gibi olmasa da iki taraftan kayıplar var. İki taraf da kullandığı silahlarla düşmanının çocuklarını, bebeklerini öldürmeyi başarmış durumda!

Etrafı tam anlamıyla savaş coğrafyasında dönen Türkiye’de insanlar doğal olarak bir savaş endişesine kapılmış durumda.

Ülke içinde 10 yıllardır yaşananlar, Türkiye sınırına giren Suriye savaşı ve son olarak kangren haline gelen İsrail-Filistin meselesi bu endişeleri büyütüyor.

Dün Irak’ta savaş olmasın diye sokaklara dökülenler, bugün de aynı tutarlılık ve inatla SAVAŞA HAYIR demeye devam ediyor.

Bir de savaşı ve olası savaşları koltuğunda izleyip ahkam kesen “savaş çığırtkanları”, “aklı karışanlar”, “taklacılar” ve “katillerin sırtını sıvazlayanlar” var.  

Bunu yaparken de savaşları ayırt edip, hoşlarına giderse “vur, kır, parçala” diyenler, gitmezse
timsah gözyaşları arasında “mazlum” edebiyatı yapıyorlar.

Dün Suriye’de SAVAŞA HAYIR diyenlerle akılları sıra dalga geçenler, küfürler edenler,  Gazze için “savaşı durdurun” demeye başlamış. Meğer 10 aylık bebeğin ve onlarca insanın öldürülmesini bekliyorlarmış...

Yaptıkları tam olarak şu: Katil bendense savaş devam, değilse savaşı durdurun!

Oysa kılavuzu katil olanın elindeki kan temizlenmez!... 

Savaş insanlığı öldürür...

SAVAŞA HAYIR...

7 Kasım 2012 Çarşamba

Öğrenci dediğin böyle olur!


YÖK, kendi kendini yenileme iddiasıyla hazırladığı yasa taslağında ideal öğrenciyi  böyle tarif etti...

Yükseköğretim Kurulu, bilinen adıyla YÖK, bir süredir üzerinde çalıştığı yasa taslağını kamuoyuyla paylaştı. 

Kendine Türkiye Yükseköğretim Kurulu ismini seçen kurum, taslağın amacını, “akademik ve bilimsel özgürlük, kurumsal özerklik, çeşitlilik, şeffaflık, hesap verebilirlik, katılımcılık, rekabet ve kalite ilkeleri esas alınarak planlanır, programlanır ve düzenlenir” şeklinde tarif etti.

Bu tarife ne kadar uygun hareket edildiği sorusunun yanıtı ise öğrencilere taslakta nasıl bakıldığında gizli. Malum yüzlerce üniversite öğrencisinin cezaevlerinde bulunduğu bir ortamda, üniversiteler için nasıl bir özgürlük iddiasında bulunulduğu ayrı önem kazanıyor.
Taslağa bakıldığında, öğrencilere yönelik disiplin hükümlerinin, 12 Eylül darbesinin ürünü olan mevcut kanunun ilgili hükümlerinden hiçbir eksiğinin olmadığı görülüyor. Hatta disiplin maddesi  bu kez uzadıkça uzamış, darbecilerin o gün düşünemedikleri bazı ayrıntılara “özgürlükçü” olma iddiasındaki yeni taslakta yer verilmiş.
Aslında bu hükümlerle bugünün YÖK'ü, yarının Türkiye Yükseköğretim Kurumu, üniversitelerde nasıl öğrenci istediğini de tarif etmiş oluyor. İşte taslakta disiplin cezasını gerektiren eylemlerden bazıları şöyle düzenleniyor:
İzinsiz ilan asmak: Öğrencilerin akla gelen her türlü etkinlik için hazırlanan duyuru ve ilan vs. için izin alınması gerekecek. Okulda konser, anma, şenlik düzenleyen, hatta ev arkadaşı arayan öğrenci bununla ilgili duyuru, ilan asmak istediğinde okul yönetiminden “izin belgesi” isteyecek.

Yükseköğretim kurumlarının işleyişini ve eğitim-öğretimin düzenini bozmak:  Okulda şenlik düzenlemek, yemekhane zammına, kötü barınma koşullarına tepki göstermek ya da başkaca bir talepte bulunmak, itiraz etmek,  “üstüne vazife olmayan işlere karışmak”, hele bir de bunu şarkı/türkü söyleyerek, forum düzenleyerek, halay çekerek yapmak elbette  yasak!   

Öğrenme ve öğretme hürriyetini engelleyici eylemlerde bulunmak: Üstteki maddeye uymayan faaliyetler ya da verilecek cezayı katmerli hale getirmek için düşünülmüş stratejik bir madde. Üniversite yönetiminin hayal gücüne bağlı olarak hemen her şeyin bu kapsamda değerlendirilip ceza vermek mümkün.

Kurum personelinin şeref ve haysiyetini zedeleyen sözlü veya yazılı eylemlerde bulunmak: Bu hüküm nedense taslağı yapanların ve üniversite yönetimlerinin bizzat kendilerini düşünerek kaleme aldıkları izlenimini veriyor! Yani öğrenciler ve öğretim üyeleri arasında ayrımcılık yapan, tehditte bulunan, hakaret eden bir yöneticiye karşı tepki göstermek, alınan yanlış bir kararı ya da uygulamayı eleştirenlerin muhatap olacağı madde tam olarak bu. Hocalığı bırakıp hafiyeliğe soyunan ve sosyal medyada öğrenci/öğretim üyesi avına çıkan yöneticilerin varlığı düşünüldüğünde bu maddeye neden ihtiyaç duyulduğunu daha iyi anlaşılacaktır.

İntihal yapmak: Bu konuda öğrencilere bir şey söylemek için YÖK'ün önce kendi kadrolarında gerekli titizliği göstermesi beklenir. Oysa YÖK,  adeta öğrencilere  "öğretmenlerinize kötü örnek olmayın" demeye getirmektedir.

Yükseköğretim kurumlarına sarhoş gelmek, yükseköğretim kurumlarında alkollü içki içmek: Yok şaka değil aynen böyle. Bu maddeyi kim önerdi, kim yazdı bilinmez ama asıl merak uyandıran nasıl uygulanacağı. Taslak bu şekilde yasalaşırsa birilerini kampüste alkol kontrolü yapmaya çalışırken görürseniz şaşırmayın!     


Yani "özgürlük" taslağın sadece ve sadece amacında kaldığı için öğrencilere darbecilerden öte birşey vaadetmiyor.

Özetle, YÖK'ün adı değişse de huyu değiştirmiyor, kuzu gibi öğrenci istiyor!


Haksız da sayılmaz ilerde koyun olmak için önce kuzu olmak gerekiyor!...

2 Kasım 2012 Cuma

2013'te başınıza neler gelecek?


İşte Resmi Gazete onaylı 2013 yılı kehanetleri! Bakın yeni yılda sizleri neler bekliyor?…
Hasta Hatice Nine: Aman kendine iyi bak! Sağlık hizmetlerinin kalitesinden ödün verilmeksizin, gereksiz ilaç ve hizmet kullanımını önlemek üzere ilaç ve tedavi harcamaları daha akılcı hale getirilecek. Yani kronik hastalıkları nedeniyle sık sık hastaneye gidip bir çok ilaç kullanan Hatice Nine’nin sigortadan karşılanan ilaçları her an güvence kapsamından çıkarılabilir.
Çiftçi Ali Dayı: Dikkat! Sosyal amaçlı programlar ile tarım sektörüne yönelik transferlerin amaçlanan faydayı sağlayıp sağlamadıklarını değerlendirmek üzere çalışma yapılacak. Yani Ali Dayı’nın tarlasından yaptığı üretim sınıfta kalırsa aldığı destekler tehlikede.
İşçi Hasan, Memur Aysel, Emekli Mustafa: Sürpriz çıkabilir! Temel vergi kanunlarının günümüz ihtiyaçları doğrultusunda gözden geçirilmesi çalışmalarına devam edilecek. Yani ihtiyaç olursa (!) işçi, memur, emekli yani dar gelirli yeni verilere hazırlıklı olsun.
İşçi Kaya: Kurtuldum diye düşünme! KİT’lerin belirli bir takvim ve strateji çerçevesinde özelleştirilmesi çalışmaları kararlılıkla sürdürülecek. Yani kalan son birkaç kamu işletmesindeki bir avuç işçi de özelleştirme mağdurları arasına katılacak. 
Üniversite mezunu işsiz Leyla: Ah güzel kızım! 2013 yılında, istihdam 495 bin kişi artacak, işsizlik yüzde 8,9 olacak. Yani her yıl iş gücüne 800 bin kişi katıldığından aslında işsiz sayısı artacak ve 1 yıldan fazladır iş bekleyen Leyla girdiği bunalımla yaşamaya devam edecek.
Tekmili birden dar gelirli: Pamuk eller cebe! Dolaylı vergilerdeki artışla vergi gelirlerinin GSYH'ya oranı yüzde 19,4'ten  yüzde 20,2'ye yükselecek. Yani devletin eli ceplerin daha da derinine inecek. 
Asgari ücretli Yusuf: Vay haline! Asgari ücrete 2013 yılı Ocak ve Temmuz aylarında yüzde 3 zam yapılacak. Yani asgari ücrete "sadaka zammında" değişiklik yok.
Emekli amcalar, teyzeler: Öldürmeyen Allah öldürmez! Emekli aylıkları Ocak ve Temmuz aylarında sırasıyla yüzde 5,32 ve yüzde 2,34 oranında artırılacak. Yani emekliler bitkisel hayata devam edecek.
Görünmez işçiler: Hani verdiğin sözler! Kayıt dışıyla mücadele konusunda eylem planları 3'er aylık dönemlerde izlenecek vs... Yani söylendiği gibi izlenecek. Sigortasız, güvencesiz çalıştırılan işçinin durumunu değiştirecek etkin, caydırıcı bir mekanizma da başka bahara kalacak.
Bugünkü ve gelecekteki nesiller: Çanlar sizin için çalıyor! Akkuyu ve Sinop nükleer santralleri için çalışmalar tam gaz devam edecek. Yani bu ülkenin bağrına başkalarının çöpe atmaya başladığı bir teknoloji saplanacak.
Tüm çalışanlar: İşim var diye sevinmeyin! Evde çalışma, uzaktan çalışma, iş paylaşımı ve esnek zaman modeli gibi esnek çalışma yöntemlerine de imkan sağlayacak düzenlemeler yapılacak, bu çalışma biçimleri yaygınlaştırılacak. Yani yeni iş yaratılamadığı için mevcut işler parçalanacak. Tam zamanlı çalışma ve getirdiği haklar hayal olacak. 
İşçiler: Kendinize mukayyet olun! Toplumda iş sağlığı ve güvenliği kültürünün yaygınlaştırılmasına yönelik çalışmalar yapılacak. Yani yıllardır söylenen, içi boş "kültür yaratma" lafı nedeniyle iş kazalarından ölümler ve sakat kalmalar devam edecek.
Kadınlar: Baksen! İş gücü piyasasına girişlerinin kolaylaştırılması amacıyla kadınlar için esnek çalışma biçimleri yaygınlaştırılacak. Yani kadınlara tam zamanlı çalışma yerine yarı zamanlı çalışma lütfedilecek, o da olursa.
Öğretmen Deniz: Senin boyun kaç, kilon kaç! Eğitim sisteminde yer alanlar için performans sistemi uygulamaya sokulacak. Yani bu kez öğretmenlere not verilecek. Acaba kim, nasıl verecek! 
Öğrenci Eda, Kerem: Vah vah! Bir sürü şey söyleniyor. Ancak başlayan projelerin, uygulanan sistemlerin kaç yıl süreceğini kimse bilmiyor. Veliler geçim derdinden çocuklarının geleceği için endişelenemez halde, öğretmenler ise kendi dertleriyle uğraşmak durumunda. Öğrencilerin küçükleri cadı kazanında bir başına, "hayır" diyen yetişkinleri ise parmaklıkların ardında.   
Bunlara razı olmam diyenler: Hazır olun! Ceza infaz kurumlarının kapasitelerinin geliştirilmesi için yeni kurum inşaatları ve ek bina inşası yapılacak. Yani…
Çok mu karamsar oldu!...
Ne demişler dost acı söyler!...

31 Ekim 2012 Çarşamba

Eyvah işçiler geliyor!



İşçiden bu kadar mı korkulur! Ne etti lan size bu işçi!...

12 Eylül darbesinin sendikal hakları kullanılamaz hale getiren ve o günden bugüne bu hakların geliştirilmesi adına bir tek çivi çakılmayan Sendikalar Yasası, Toplu İş İlişkileri Kanunu olarak değişti.

Kimi sendikalar, uluslararası kriterlere uymayan kanunun bu şekilde düzenlenmemesi için sokağa çıkarken, kimi sendikalar ise kulis oyunlarıyla rakiplerine son dakika golü atmanın derdindeydi. 

Fotoğraftaki manzara da yasaya ilişkin itirazlarını, yani yasaksız, barajsız bir düzenleme taleplerini dile getirmek isteyen işçilerin, TBMM'ye yürümek istediklerinde yaşandı.

İşçilerin "barajsız sendika" talebine yanıt, Meclis'e bile yürünmesine gerek kalmadan çevik kuvvetten oluşturulan barajla/barikatla verilmiş oldu. Yasadaki barajlar, iri cüsseli, gazlı, coplu, kalkanlı çevik kuvvetle adeta ete kemiğe büründü.

Sonrası bir Türkiye klasiği...

Polis gazına sarıldı, işçi limonuna...

Gazla nefesi kesilen, suyla ıslatılan işçilerden birinin kararlığı ise işte ortaya fotoğraftaki görüntüyü çıkardı.    


Elinde pankartı, başında şapkası, gaz nedeniyle gözünden yaşlar süzülen bir işçi, tam teçhizatlı onlarca polise karşı haklılığın verdiği cesaretle taleplerini haykırmaya devam ediyordu.     

Evet polis işçileri o gün yürütmedi. Çok değil, birkaç gün sonra aynı işçiler her ne hikmetse TBMM Dikmen Kapısı'na kadar gidip söyleyeceklerini söylediler. Merak edenler varsa korkmayın, kıyamet de kopmadı...

Malum fotoğraf çok şey söylüyor ama bu fotoğrafa en çok da bugünlerde sendika isteyen polislerin bakmasında fayda var!

Çünkü sıktıkları gazdan, ıslanmış kalkanlarından bu manzarayı iyi görememiş olabilirler.  

O haklar kolay alınmıyor!...

*Fotoğraf Birleşik Metal-İş arşivinden alınmıştır.

26 Ekim 2012 Cuma

Ölümlere seyirci kalmayın!...




İşçi haklarına saygılı bir Dünya Kupası için siz de stadyumda yerinizi alın. Bu stadyumu birlikte dolduralım!

Dünya Kupaları ve Avrupa Futbol Şampiyonaları günümüzde herkesin gözlerini çevirdiği en büyük spor organizasyonlarından. Özellikle bu organizasyonların finali anlamına gelen 1 aylık dönemde neredeyse bütün dünyanın gözleri ev sahibi ülkeye ve ekranlara kilitleniyor.

Organizasyon böylesine önemli olunca ülkeler de ev sahibi olabilmek için birbirleriyle kıyasıya bir rekabete giriyor. Kazanabilmek için de başta yeni stadyumlar olmak üzere birçok söz veriyorlar. Sonuçta herkesin hayranlıkla baktığı, son teknolojiyle donatılmış yepyeni stadyumlar ortaya çıkıyor.

Buraya kadar her şey çok güzel, şimdi gelelim madalyonun diğer yüzüne. Bu harika stadyumların yapımı ve başta ulaşım olmak üzere diğer hazırlıklar için binlerce işçi yıllarca çalışıyor. O görkemli stadyumların inşaatlarında yüzlerce işçinin cansız bedeni bulunuyor.İnşaatlarda son derece kötü koşullarda çalışan işçilerden bir çoğu ücretlerini kupa finallerinden aylarca sonra alabiliyor. Kupalara ev sahipliği yapan ülkeler 4 yılda bir değişse de işçilerin kaderi çok fazla değişmiyor.


Futbolcudan fazla işçi ölecek
2022 Dünya Kupası’na ev sahipliği yapacak ülkenin Katar olarak açıklanmasından sonra işçi hakları konusunda mücadele veren çevreleri endişe aldı.

Çünkü yaz ayında ortalama 45 dereceyi bulan sıcaklık nedeniyle stadyumları klimalı olarak inşa etmeyi planlayan Katar'ın, işçi hakları konusunda oldukça kötü bir sicili bulunuyordu.

Katar, 1.2 milyon işçinin sendikaya üye olma hakkını engelleyerek, toplu pazarlık ve örgütlenmelerini yani evrensel insan haklarını ihlal ediyor.

Katar’da çalışanların yüzde 94’ü hiçbir hakkı olmayan göçmen işçilerden oluşuyor. Katar Dünya Kupası projeleri için 100 milyon dolar harcama yapmayı planlıyor. Dev inşaat projeleri için önümüzdeki 10 yıl binlerce yeni işçiye ihtiyaç olacak. 

Dünya Kupası’nın alt yapısı inşa edilirken ölecek insanların Dünya Kupası'nda oynayacak insanlardan daha fazla olacağı belirtiliyor.

Katar'da her yıl yaklaşık 200 Nepalli işçi ölüyor. Katar, çalışırken ölen ya da sakat kalan işçi sayısını açıklamayı alenen reddediyor. 

Hindistan, Sri Lanka, Pakistan ve Bangladeş'ten gelen yüzlerce göçmen işçi, her yıl Katar'da ölüyor ya da yaralanıyor. 

Uluslararası İşçi Sendikaları Konfederesyonu da Katar’daki işçi haklarının ihlaline dikkat çekmek için internet üzerinden “Katar: Doğruyu yap” başlıklı bir kampanya başlattı.  

Kampanya kapsamında http://act.equaltimes.org sitesini ziyaret edenlerden sanal olarak 21 bin 282 kişilik Al-Rayyan Stadyumu’nu doldurmaları isteniyor. Böylece Katarlı yetkililere, işçilerin sendika kurma ve üye olma hakkına saygı gösterilmesi için güçlü bir mesaj verilmesi amaçlanıyor.

2022 Dünya Kupası kimin olacak bilinmez ama hiç değilse kaybedeni işçiler olmasın!

İşçi hakları için siz de stadyumda yerinizi alın.... 

Bu kez kazanan işçiler olsun!...

23 Ekim 2012 Salı

Yorganınıza daha sıkı sarılın!


Yeni yılı zam umuduyla bekleyen asgari ücretli ve emekliye, 2013 yılında da süpriz yok!...

2013 Yılı Programı'nın Resmi Gazete'de yayımlanmasıyla yeni yılda asgari ücret ve emekli aylıklarına yapılması planlanan zam oranları da ortaya çıktı.

Programda, 2013 yılında, öngörülen büyüme ve yatırım artışlarına bağlı olarak istihdamın 495 bin kişi artacağı, işsizlik oranının ise yüzde 8,9 oranında gerçekleşeceği öngörülüyor. Buna göre, her yıl iş gücü piyasasına yaklaşık 800 bin kişinin katıldığı düşünüldüğünde işsizlerin iş beklemeye devam edeceği anlaşılıyor.

Ekonominin yüzde 4 oranında büyümesinin, enflasyonun yüzde 5,3 oranında gerçekleşmesinin beklendiği yeni yılda asgari ücretlileri güzel haberler beklemiyor.

Asgari ücretin 2013'ün Ocak ve Temmuz aylarında yüzde 3 oranında artırılması hedefleniyor. Yani eğer enflasyon beklentisi tutarsa, asgari ücretliye hedeflenen enflasyon civarında zam yapılacak. Bilindiği gibi, enflasyonun asgari ücreti geçmesi halinde bunu telafi edecek bir mekanizma da bulunmuyor.

Emekli aylıklarının ise önceki altı aylık enflasyon tahminine göre ocak ve temmuz aylarında sırasıyla yüzde 5,32 ve yüzde 2,34 oranında artırılması öngörülüyor

Dar gelirliler için böyle bir yeni yıl planlanırken, vergi gelirlerinin gayri safi yurtiçi hasılaya oranının yüzde 19,4'ten yüzde 20,2'ye çıkması amaçlanıyor.

Hal böyle olunca, ücret ve aylıklarına yapılacak zamla yeni yılda biraz olsun nefes almayı bekleyenlerin, ekonomiden sorumlu bakanların, "ayağınızı yorganınıza göre uzatın" nasihatına uymalarının bile zor olacağı ortaya çıkıyor.

Görünen o ki zaten bir süredir ayakları dışarıda bırakan yorganlar 2013'te biraz daha kısalacak!

Asgari ücretliler ve emeklilerin "ayaklarını yorganlarına göre uzatmak yerine" yorgana daha sıkı sarılmasında fayda var.

Çünkü işin ucunda giderek kısalan yorganı tümüyle kaybetmek de var!...

Konuşan tişörtler!


Tişört deyip geçmeyin!... Artık sesini duyurmak isteyen mesajını tişörtüyle veriyor!...

Söyleyecek sözü olanlar, bunları en geniş kitlelere duyurabilmek, kampanyalarını görünür kılmak için çeşitli araçlar seçiyor. Zamanla seçilen bu araçlar da değişiyor, var olanlara yenileri ekleniyor. 

Son dönemde sıkça kullanılmaya başlanan araçlardan biri de tişörtler. Hak arayanlar, aktivistler, sokaklarda, meydanlarda birbirinden renkli ve dikkat çeken tişörtleriyle yürüttükleri kampanyaları daha dikkat çekici hale getirmeyi başarıyor.

Bu tür tişörtlerin belki de en eski örneklerinden olan barış sembollü ve "Savaşa Hayır" yazılı tişörtler hale savaş karşıtları tarafından yaygın bir şekilde tercih ediliyor. Suriye'de yaşanan savaş ve bu sıcak gelişmeyle yeniden canlanan savaş karşıtlığı nedeniyle bu tür tişörtlerle daha sık karşılaşılacak gibi görünüyor.

Çevreyle ilgili kampanlarda da bu tür tişörtler yaygın bir biçimde kullanılıyor.  Nükleer enerji karşıtlığı, doğanın ve hayvanların korunması ile çeşitli türlerin içinde bulunduğu yok olma tehlikesi çevre aktivistlerinin gündeminde öne çıkan konular arasında bulunuyor.

 Van'da yaşanan depremin ardından yaraların sarılmasına yönelik kampanyalarda, tutuklu gazeteciler konusunda yürütülen çalışmalarda,  kadına karşı şiddete yönelik çabalarda, işten atılan işçilerle dayanışma etkinliklerinde, sevilen sanatçıların anmalarında, adil yargılanma talebinin yükseldiği mahkeme kapılarında olduğu gibi  bu tür tişörtlerin binbir türüyle karşılaşmak mümkün.        

Bu tür "konuşan tişörtlerin" ünü/etkisi sokakları da aşarak TBMM çatısı altına kadar ulaştı. Sokakta olduğu gibi milletvekilleri de muhalefetlerini daha etkili hale getirmek için bu tür tişörtleri sıkça kullanmaya başladı.  Kurallar gereği ceketlerinin altına, kravatlarının üstüne tişört giymek zorunda kalan milletvekilleri, THY'deki grev yasağına ve  305 işçinin işten atılmasına yönelik tepkilerini bir kez de renkli tişörtleriyle ortaya koydular.

Yine TBMM çatısı altında çevre duyarlılığı yaratmak ve doğanın korunmasına dikkat çekmek için "İmdat doğa", Sivas Davası'nın zaman aşımına uğramasına tepki için de "Kalbim Sivas'ta Yandı" yazılı tişörtlerle Meclis kürsüsünden konuşan milletvekilleri oldu.

Bu tişörtlerden bazıları yürütülen kampanyalar başarılı olduğu için biraz yıpransa da birer anı olarak dolaplardaki yerini aldı.

Bazıları ise çabalar henüz sonuç vermediği için halen kullanılmaya ve giderek solmaya devam ediyor.

19 Ekim 2012 Cuma

İşçinin kaderi Kayserililer'in elinde


12 milyon işçinin kaderini 3 Kayserili belirleyecek... İşçi Mustafa mı, patron Rifat mı? Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün tercihi kimi sevindirecek?  

İşçilerin bundan sonraki hak arama mücadelesinin çerçevesini belirleyecek olan Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasa Tasarısı, TBMM Genel Kurulu'nda kabul edildi.

Yıllardır gündemde olan bu düzenlemelerin sonuna doğru ortaya çıkan "protokol" ve son anda düzenlemeyi kendi lehine çevirmeye çalışan aktörlerin manevraları ortamı bir hayli gerdi.


İşçi kesiminde en karlı çıkan Hak-İş olmuş görünüyor. Özellikle ilk 3 ay iş yerlerinde iş kolu baraj aranmayacağına ilişkin düzenleme Hak-İş'in kurduğu yeni sendikaların önünün tamamıyla açılması anlamına geliyor.

DİSK, kısmı bir takım iyileşmeleri yeterli bulmuyor. ILO standartlarının tamamıyla uygulanması için bu süreçte sokağa çıkan ve karşısında polisi bulan tek konfederasyon olan DİSK, "Türkiye'ye özgü sendikal haklar" önermesini reddediyor.

Yasanın son halinde en büyük zararı Türk-İş görüyor. Zaten bir süredir Hak-İş'e bağlı sendikaların yakın markajındaki Türk-İş'e bağlı sendikaları zor günler bekliyor. Sendikal Güç Birliği Platformu'nun bilinen muhalefetinin yanı sıra başka sendikalar da yasanın aldığı son şekil nedeniyle konfederasyon yönetimini eleştiriyor. Tüm bu gerilim Türk-İş Yönetim Kurulu içinde de  "istifa" seslerinin yükselmesine yol açmış görünüyor.

Kuşkusuz yasaya ilişkin tartışmalarda en öne çıkan aktör TOBB oldu. TOBB, olmazsa olmaz olarak sunduğu, 30'dan daha az işçinin çalıştığı iş yerlerinde örgütlendikleri için işten atılanlara ödenen sendikal tazminatın kaldırılmasına yönelik düzenlemenin kanuna girmesini sağladı. Hatta bazı milletvekilleri bu nedenle hükümeti, "TOBB'a teslim olmakla" suçlayıp, yasayı da "TOBB'un yasası" olarak nitelendirdiler. TOBB'un bu talebi, 12 milyon işçinin yarısının iş güvencesini tehdit eder bir biçimde yasada yerini aldı.

Gelinen noktada Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, yasayı ya onaylayacak ya da tekrar görüşülmek üzere TBMM'ye iade edecek.

Daha önce "kiralık işçilik" düzenlemesi için Gül'ün kapısını çalan ve düzenlemeyi iptal ettiren Türk-İş, bir kez daha bu yolu demeye hazırlanıyor. Türk-İş Yönetimi böylece kendi içinde oluşan tepkileri gidermek adına da son kozunu oynayacak. 

Elbette TOBB'da kendi açısından elde edilmiş bir kazanımı korumak için mücadele edecek.      

Kuşkusuz bu süreçte üç isim öne çıkacak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu ve TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu. Bu üç ismin ortak özelliği ise Kayserili olmaları. 

İşte bu 3 Kayserili'nin tutumu ve sonuçta ortaya çıkacak karar, 12 milyon işçinin hakları ve geleceği açısından kritik bir önem sahip.

Bakalım Gül yetkisini hangi hemşehrisinden yana kullanacak:

İşçi Mustafa'dan yana mı, yoksa patron Rifat'tan yana mı?

Ne dersiniz!...

16 Ekim 2012 Salı

Böyle olur işsizin doğum günü!



Rakamlara göre işsizlik gerilemeye devam ediyor! Oysa bazıları için işsizlik hiç bitmeyecek gibi. İş için 1 yıldan fazladır bekleyen yaklaşık 900 bin kişi, yeni yaşlarına işsiz girdi... 

Türkiye İstatistik Kurumu'na göre, işsizlik düşmeye devam ediyor. Kurum, işsizlik oranını Temmuz ayında yüzde 8.4 olarak açıklayıp, işsiz sayısının 2.3 milyona gerilediğini duyurdu. Tabi bu rakamlar ve belirlenme biçimi, tıpkı enflasyonda olduğu gibi eleştirilere hedef olmaktan kurtulamıyor.

İşsizliğin rakamlara ve oranlara indirgenip, başarı ya da başarısızlığın bir matematik hesabının ötesine geçmemesi, insanların bu süreçte yaşadıkları travmanın ya da trajik insan öykülerinin bir kenara itilmesine neden oluyor.

Halbuki işsiz milyonlar arasında çocuğunun beslenme çantasını doldurmakta zorlanan anneler, eve ekmek götürebilmek için kaçak maden ocağına canı pahasına giren babalar, ataması yapılmadığı için girdiği bunalım nedeniyle intihar eden gencecik öğretmen adayları var.    

Türkiye'de işsizlik artık kronik bir hal almış durumda. Hal böyle olunca da işsiz sayısı üç aşağı beş yukarı sabit. Kesin rakamı belirleyen ise konjonktürel dalgalanmalar.

Bunun en önemli göstergelerinden biri de yine bir devlet kurumu olan Türkiye İş Kurumu'nun verilerinde gizli. Malum işsizler bir umutla bu kurumun kapısını çalıp, iş bekliyor.   

Ağustos ayı itibariyle kuruma kayıtlı 2 milyon 9 bin 964 işsiz bulunuyor. Bu işsizlerin yarısına yakını, 1 yıldan fazladır kendilerine müjdeli bir haber verilmesini bekliyor. 1 yıldan fazladır iş bekleyenlerin oranı yüzde 43'ü, sayısı da 868 bin 364'ü buluyor.

Genci, orta yaşlısı, yaşlısı yani her yaş grubundan yaklaşık 900 bin kişi iş beklerken 1 yıl daha yaşlandı. Yeni yaşlarına işsiz girdi.

İşsizine, vatandaşına 1 yılı aşkın bir süre iş bulamayan/yaratamayan, onları zorlu hayat mücadelesinde yalnız bırakan devlet,  bari makul olmaktan çıkan iş bekleme/bulma sürecinde işsizleri hatırlasa... 

Fantezi bu ya... Devlet, kapısına gelip 1 yıldan fazladır iş bekleyenler için yılın bir gününü "İşsizler Günü" ilan edip, o gün yeni yaşına işsiz girenler için toplu doğum günü kutlaması yapsa!... 

Malum belediyelerin en sevdiği işler de toplu sünnet, toplu nikah... Böylece bunlara bir toplu etkinlik daha eklenmiş olur.

Olmaz ama ya olursa, devlete yük getirmeyecek kutlamanın pastası da dileklerde şimdiden hazır:

50 kuruşluk Eti Cin, üstüne  bir de  mum... 


Ah bir de işimiz olsa... 




   

12 Ekim 2012 Cuma

Siz uyurken bakın ne oldu?


6 milyon 42 bin 360 kişi başını yastığa koyup uyurken hayatları, gelecekleri bakın nasıl değişti!...

İşçilerin aylardır beklediği sendikal örgütlenmeyi düzenleyen Toplu İş İlişkileri Tasarısı nihayet TBMM Genel Kurulu'da görüşülüyor.

Yıllara yayılan bir sürecin ardından Meclis'e sunulan tasarının görüşmelerinin arifesinde ortaya çıkan son dakika "protokolü", sendikal özgürlükleri geliştireceği iddia edilen düzenlemenin mayınlı bir tarlaya dönüştürüldüğünü gösteriyordu. Hatta bırakın sendikal özgürlükleri geliştirmeyi işçilerin büyük bir bölümü için sendika, tehdit haline geliyordu. Bugün toplu sözleşme yapabilmek işçilerin çok büyük bir bölümü için hayalken, artık topyekün sendikaya üye olmak hayal oluyordu.

Protokol doğrultusunda tasarıda gece yarısı yapılan düzenlemeyle 30'dan daha az işçinin çalıştığı işyerlerinde sendikaya üye olduğu için işten atılan işçiler bundan böyle 1 yıllık ücretleri tutarındaki sendikal tazminatı talep edemeyecek. Yani sendika üyeliğini engellemeye çalışan işvereni caydırmaya, işten çıkarılma durumunda ise işçinin uğradığı mağduriyeti bir nebze de olsa ortadan kaldırmaya dönük sendikal tazminat ortadan kaldırıldı.
 

İlgili madde görüşülürken tüm muhalefet partileri düzenlemeye karşı çıkarken, savunma "bütün sosyal tarafları düşünmeliyiz" diyen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik'ten geldi. Çelik, düzenlemeyi, "İşveren, ağırlıklı olarak TOBB diyor ki, 'KOBİ'lerde, 30 işçinin altında olan iş yerlerinde iş güvencesi yok. Buradaki sendikal güvence de olmasın. Tek talebimiz bu.'
İşverenin bir talebi, işçilerin üç talebi var. 4. maddeyle ilgili işverenin direnci, 3 maddeyle ilgili işçi sendikalarının direnci devam etti. Sendikaların direncini, taleplerini yerine getirdik, işverenin de bir tek talebi vardı" ifadeleriyle savundu.

Bu düzenleme 30'dan daha az işçinin çalıştığı işyerlerindeki  toplam 6 milyon 42 bin 360 kişiyi ilgilendiriyor. Yani 12 milyon 107 bin 944 işçinin yarısını. Küçük ölçekli iş yerlerinde günde 10-12 hatta daha uzun saatler iş güvenliğinden ve güvencesinden uzak, düşük ücretle çalıştırılan bu işçiler, sendikaya üye olmayı artık akıllarından bile geçiremeyecek. Zaten asgari ücret yada biraz üzerindeki bir ücretle yaşamalarını sürdürmeye çalışan bu işçiler, işten atıldıklarında "sendikal tazminat" da olmayacağından kolları kanatları kırılmış bir şekilde kapının önüne konulacak. 

Çalışma hayatının "zencilerinin" yani en kötü koşullara razı olmak durumunda kalanların mağduriyeti tam anlamıyla bir köleliğe dönüşecek.  

Geride kalan işçileri örgütlemeyi yeterli gördüklerinden ya da kötü koşullarda çalışan işçilerle uğraşmak istemediklerinde olsa gerek sendikacılığın amiral gemileri, olup bitenleri izliyor. Birşey yapıyorlarsa da bunu sadece kendileri biliyor.   

Bir süredir sosyal güvenlikte, sağlıkta kazanılmış hakları birer birer feda edenler, bu kez işçilerin bir bölümünü feda etmiş gibi görünüyor.  

Akşama kadar ekmek parası kazanmak için canını dişini takıp çalışmaktan bitkin düştüğü için yastığına başını koyup ertesi günkü çalışma için biraz olsun dinlenen işçi uyurken bir gece yarısı işte bunlar oldu.

İyi güzel de işçilerin haklarını korumaları gereken sendikalar/sendikacılar tüm bunlar olurken ne uykusundaydı!...


Gece biterken TBMM'de boş Genel Kurul Salonu'na hitap eden  bir kadın milletvekilinin isyanı yankılanıyordu:

"Çalışma hayatını ilgilendiren yasalar neden hep gece yarısı görüşülüyor!..."

Birilerinin uykusu derin olduğu için olabilir mi?

Şişşş....

9 Ekim 2012 Salı

Bıyıksıza koltuk yok!


Kadına yönelik şiddettin, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin alabildiğine sürdüğü bir ortamda, kadın emeğinin hak arama mekanizmalarındaki temsilinde de ciddi bir eşitsizlik yaşanıyor.  

Türkiye'de 2011 sonu itibariyle 11 milyon 30 bin 939 işçi çalışıyor. İşçilerin yüzde 75.7'si erkeklerden, yüzde 24.3'ü kadınlardan oluşuyor.

Kadınların istihdama katılmasının, çalışma hayatına girerek ekonomik bağımsızlığını kazanmasının önündeki ciddi engeller, çalışan kadın sayısının da düşük kalmasına neden oluyor.

Bunun yanında çalışan kadınlar da sırf cinsiyetlerinden dolayı zorluklar yaşıyor. Aynı iş kolunda çalışan benzer işleri yapan kadınlar erkeklere göre düşük ücret alıyor, terfilerde tercih edilmiyor,  anne olmak istediklerinde çoğu zaman kariyerleriyle bebekleri arasında tercih yapmak durumunda kalıyor. Bu örnekleri artırmak da mümkün.


Hal böyle olunca, sorunları daha fazla olan kadın işçilerin, çalışanların hak ve çıkarlarını koruyup geliştirmek amacıyla kurulan sendikalara olan ihtiyacı, erkeklerden daha fazla oluyor. Sendikaların kadın işçilerin sorunlarını daha iyi hissetmesi ve bu sorunlara çözüm üretme konusunda daha fazla politika üretmesi için de yönetimlerde kadın işçilerin yer bulması gerekiyor.

Tüm bunlara rağmen işçi konfederasyonlarının erkek başkanlar tarafından yönetilmesi geleneği sürüyor. Bunun yanında konfederasyonların 19 yönetim kurulu üyesi arasında da tek bir kadın bulunmuyor. Türk-İş, DİSK ve Hak-İş'in toplam 22 kişiden oluşan yönetimlerinin tamamı erkeklerden oluşuyor.

İşçi sendikalarına bakıldığında ise toplam 94 sendika başkanı arasında kadın sayısı sadece 5. 479 yönetim kurulu üyesi arasında ise 34 kadın sendikacı bulunuyor. Sendikalardaki toplam 573 yönetici arasında kadınların sayısı 39'la sınırlı kalıyor. Sendikaların en önemli karar organları olan yönetim kurulundaki kadın oranı yüzde 6,8 gibi düşük bir oranda kalıyor.

Sendikaların varlıklarını sürdürmeleri, hak arama mücadelesinde güçlerini hissettirebilmeleri, tekrar umut olabilmeleri için büyük ölçüde sendikal örgütlenmenin dışında kalan kadın işçileri bu süreçlere ve karar organlarına dahil etmeleri gerekiyor.

Aksi halde, adeta "bıyıklılar kulübü" görünümündeki sendika yönetimleriyle kadın işçilerin sorunlarına çözüm getirilmesi, sendikaların bugün içinde bulundukları sıkıntıların aşılması mümkün olmayacaktır.

5 Ekim 2012 Cuma

Türk işi mucize!


Kendi kendine giden otobüsler, kendi kendine iyileşen hastalar, kendi kendine yükselen sapasağlam inşaatlar!… Nasıl mı?  
    
Sigorta müfettişleri kayıt dışılıkla mücadele kapsamında genel teftişlerin yanı sıra bazı sektörlere yönelik özel denetimler yaptı.
Bu denetimler için yapı denetim firmaları, hastaneler, meyve suyu üreten iş yerleri, süt ürünleri üreten iş yerleri ve şehiriçi otobüs işletmeleri seçildi.
Denetimler sonucu ortaya çıkan tablo kayıt dışılığın ülkede geldiği boyutu ve beraberinde ortaya çıkan tehlikeyi çarpıcı bir biçimde ortaya koydu.
Yapı denetim firmalarında yapılan denetimlerde 480 kişiye ulaşılırken bunların 254’ünün kayıt dışı olduğu belirlendi. Yapı denetim firmalarındaki kayıt dışılık oranı yüzde 53 olarak ortaya çıktı. Deprem ülkesi olan Türkiye’de hayati bir rol üstlenen yapı denetim firmalarının bu durumu, bu alandaki denetimler için de soru işaretleri oluşturdu. Kendisi denetim yapmakla görevli bir sektör, sigorta denetiminde kayıt dışılıktan sınıfta kaldı.  
Hastanelerde ise toplam 1763 kişiyle görüşüldü. Bu kişilerinin 735’inin kayıt dışı olduğu tespit edildi. Kayıt dışılık oranı ise yüzde 42’ye karşılık geldi. Böylece sağlık gibi telafisi olmayan, hata kabul etmeyen, hizmet kalitesinin her zaman üst düzeyde olması gereken bir alandaki kayıt dışılığın çalışanların yarısına yakına ulaşabildiği ortaya çıktı.
En çarpıcı sonuç ise şehiriçi otobüs işletmelerinde elde edildi. Her gün binlerce insanı bir yerden bir yere ulaşırken canını emanet ettiği bu iş yerlerindeki kayıt dışı oranı yüzde 65’i buldu. 109 kişiyle görüşen müfettişler 71 kişinin kayıt dışı istihdam edildiğini belirledi.   
Öte yandan, gıda gibi doğrudan insan sağlığını ilgilendiren bir sektördeki meyve suyu üreten iş yerlerinde çalışan 795 kişiden 67’sinin, süt ürünleri üreten iş yerlerinde 1892 kişiden 153’ünün yani yaklaşık yüzde 8’nin kayıtdışı olduğu tespit edildi.
Bu tablo, Türkiye’ye özgü bir çarpıklılığın hangi noktalara ulaştığını ortaya koyarken aynı zamanda Türk işi bir mucizeye de işaret ediyor:
Kendi kendine giden otobüsler,
Kendi kendine iyileşen hastalar,
Kendi kendine yükselen sapasağlam inşaatlar!…
Türkiye sen nelere kadirsin…
 

1 Ekim 2012 Pazartesi

İşçi tulumuyla gülümsüyor Alex


Fenerbahçe'de "profesyonelce" kapının gösterildiği Alex'in durumu, krizde kapının önüne konulan emekçilerin hikayesine o kadar çok benziyor ki!...

Birisini işten çıkarmak isteyen işverenin ilk başvurduğu yöntem, çalışanını kötülemek oluyor. Üretimsiz, verimsiz, çalışmıyor, performansı düşük, yaşlı ve benzeri suçlamalarla da buna gerekçe oluşturuluyor. Kime göre ve her nasılsa!

Bir futbol emekçisi olan Alex'in bir süredir yaşadıkları da bundan farklı değildi. Alex, Fenerbahçe'ye geldiğinden bu yana o kadar faydalı oldu ki, bırakın takımına, Türkiye'ye gelmiş en başarılı yabancı futbolcu olarak gösterilir oldu. 

Tribünlerin sevgisini kazanan Alex, daha düne kadar hep el üstündeydi. Ne zaman işler kötü gitmeye başladı, hemen bir kurban arayışına girildi. Hedef tahtasına konulan da Alex oldu.

Yaşlanmıştı, 35 yaşında futbol mu oynanırdı. Hem hiç koşmuyordu, verimsizdi!... Yani işten atılacak bir işçinin durumundaydı, gözden çıkarılmıştı ve çanlar Alex için çalıyordu. Bütün bunlar olurken mutsuz olduğunu, rahatsızlık duyduğunu belli ettiği için de yine Alex'e kızılıyordu.

Ve beklenen oldu, herkes rolünü oynadı ve patron işçisine kapıyı gösterdi.   
   
Bu rol paylaşımında "kötü adam" durumunda kalan Aykut Kocaman için ise ayrı parantez açmak gerekiyor. Aykut Kocaman, yıllarca emek verdiği, alınteri döktüğü kulübünden şampiyonluk sevinci kursağında bırakılarak, bir gece vakti koparılmıştı. Evet Aykut iyi bir futbolcuydu ama yıllarca verdiği emeğe karşı yapılan saygısızlığa duyulan tepki onu KOCAMAN yapmıştı. Yıllar sonra roller değiştiğinde ise ne yazık ki Aykut Kocaman, kendisinden esirgeneni bir başka futbol emekçisinden esirgedi. Oysa yaşadıkları ne kadar da çok benziyordu, keşke böyle olmasaydı, böyle yapmasaydı.

İyi de krizleri emekçiler mi çıkarıyor da faturayı onlar ödüyor. Karının düşmesindense işçisine kapıyı gösteren, işler kötü gittiğinde faturayı emekçiye kesen patronların, yöneticilerin hiç mi suçu yok?

Alex örneğine dönersek; "takımı bal yapmayan arıya çevirenin", "kötü transferlere imza atanın", "yaşlı, koşmuyor denilen oyuncuya yıllardır alternatif bulamayanın"  sorumluluğu yok mu?

Alex'e, "parayı seviyor" diyenler de oldu. Alex, yıllarca verdiği emeğin karşılığını aldı ve ortaya koyduğu emek, tüm emekçilerinki gibi çok değerliydi. O kadar değerliydi ki yıllardır milyon avrolar harcanmasına rağmen yerine bir başkası bulunamadı.
Evet o bir futbol emekçisiydi ve başına milyonlarca emekçinin başına gelen geldi.
Yıllar sonra herkes Alex'i farklı bir anla/anıyla hatırlayacak.

Bu satırların yazarı ise yaşadıklarından sonra onu Fenerbahçe'nin klasik çubuklu formasından ziyade işçi tulumunu çağrıştıran mavi formasıyla ve mahcup gülümsemesiyle hatırlayacak.

İşçisin sen Alex, işçi kal!...

Fotoğraf:www.fenerbahcewallpaper.com

25 Eylül 2012 Salı

Az beklesen ölmezsin!


Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), acil olarak devlet hastanesine gidip saatlerce müdahale edilmeyince oradan ambulansla özel hastaneye kaldırıp ameliyata alınan hastanın faturasını ödemek istemedi.
  
Emekli sigortalının eşi, göğüs ağrısı şikayetiyle fenalaşarak ambulansla Şişli Etfal Hastanesi'ne götürüldü. Hasta için muayene ve tetkiklerin ardından bilgisayarlı tomografi planlandı, ancak ilaç temin edilememesi nedeniyle çekilemedi. Yatış yapılmayan hasta ağrılarının devam etmesi ve teşhis konulamaması nedeniyle yakınlarınca yine ambulansla Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesine kaldırıldı.

Burada yapılan tetkik sonrasında hasta acil olarak ameliyata alındı ve tedavisinin ardından taburcu edildi. Emekli, özel sağlık kuruluşuna 42 bin 903 lira ödedi. Fatura bedelinin ödenmesi için SGK'ya başvurduğunda ise kendisine sadece 1.546 lira ödendi.

Emekli, bunun üzerine konuyu yargıya taşıyıp faturanın kalan kısmının ödenmesini talep etti, ancak yerel mahkeme bu talebi reddetti.

Kararın temyiz edilmesi üzerine dosya Yargıtay 10. Hukuk Dairesi'ne geldi. Dairenin kararında, hak sahiplerine yapılacak sağlık yardımlarının, ilgilinin hekime muayene ettirilmesinden iyileşmesine kadar devam edeceği vurgulandı.

Yaşam hakkının kutsallığı nedeniyle, devletin sigortalıların tedavilerini en iyi şekilde yaptırması gereğinin, sosyal güvenlik hukukunun en temel ilkelerinden biri olduğuna dikkat çekilen kararda, hastalığın SGK sağlık kuruluşlarında tedavisinin mümkün bulunduğundan bahisle, davacının kurumun sağlık tesisinde kalarak gerekli muayene ve tedavisinin yapılmasını bekleme yükümlülüğünde olduğu şeklinde açıklamanın kabul edilemeyeceği belirtildi.

Sigortalının eşinin sevki olmadan, özel sağlık kuruluşunda tedavisini yaptırması durumunda, özel sağlık kuruluşlarında yapılan giderlerin kurumca sigortalıya ödeneceğine dair bir hüküm bulunmadığı gerekçesiyle, kurumun bu giderlerden sorumlu olmadığından söz edilemeyeceği belirtilen kararda, şunlara yer verildi:

"Sigortalının eşinin, ani olarak gelişen, tıbbi müdahale gerektiren, ivedilikle tıbbi müdahale yapılmaması halinde hayatın kaybedilmesi riski olan, bir başka deyişle acil ve hayati tehlike arz eden hastalığı nedeniyle Kurum sağlık tesisleri dışındaki özel bir sağlık kuruluşunda tedavi görmesi; Kurumun hastalık sigortası kapsamındaki sağlık yardımlarını yapma yükümünü gereğince ve özenle yerine getirmemiş olmasının doğal sonucu olup, davalı kurum; Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesinde yapılan muayene ve tedaviye ilişkin masraflardan (özel harcamalar, oda ve refakat hizmetleri gibi masraflar hariç olmak üzere) sorumludur.

Mahkeme, bu gerekçelerle yerel mahkeme kararını bozup sigortalı emeklinin lehine karar verdi.

Böylece bir sosyal hukuk devletinde hastane acilinde başlayan bir olay, açılan davayla ancak mahkeme koridorlarında sonlanmış oldu.

Oysa devlet hastanesinde beklenseydi bunların hiçbiri olmayacaktı!...

Durumu acil olan hasta ölür müydü?

Orası da takdiri ilahi...  

22 Eylül 2012 Cumartesi

Kenan Evren'in "utandıran" koleksiyonu


Sonradan resme merak salarak o kan ve revan günleri unutmaya çalışan Kenan Evren'in eşsiz bir koleksiyonu olduğu ortaya çıktı.

12 Eylül darbesinin ardından yakınları tutuklanan, gözaltına alınanların işkence ve kötü muamelenin sona erdirilmesi için bizzat Kenan Evren'e yazdıkları mektuplar, dünyada eşi benzeri olmayan bir koleksiyonun oluşmasına neden oldu. 

Devlet Başkanı/Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in işkence ve kötü muameleyi yalanladığı günlerde aileler, çaldıkları tüm kapılar suratlarına kapanınca yakınlarının hayatta olup olmadığını ve sağlık durumlarını öğrenmek için bizzat Evren'e mektuplar yazdılar.

Analar, babalar, kardeşler, çocuklar, daha sonra "Gizli", "Çok Gizli", "Acele", "İvedi" ibareli belgelere dönüşen bu mektup ve dilekçelerle, kendilerinden koparıların akibetlerini sordular.

Kimi zaman hiç yanıt alamadılar, çoğu zaman ise "işkence yok" dendi. Bazı yanıtlar kağıtalara yazılamadı. Çünkü işkenceyle çürütülmüş bir oğul, kaybedilen bir kız, öldürülmüş bir babanın izahı yoktu.

İşte o dönemde devletin 1 numarası, herkesin iki dudağının arasına baktığı Kenan Evren'e yazılan mektup ve dilekçelerden bazı bölümler:

-Siz zaman zaman TRT'den ve basından yaptığınız açıklamalarla işkence yok diyorsunuz. Eğer Aydın Demirkol'un katillerinden siz hesap sormazsanız, halk sizi vicdanlarına mahkum edecek, tarihe kara leke olarak işleyecek.Türk milleti sizi affetmez, zamanı gelince de hesap soracağını biliyorsunuz.  

-Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığı'na bağlı askeri cezaevinde tutuklu bulunan oğullarımla görüşmem mümkün olmadı. 2 aydır kendilerinden mektup da alamıyoruz. Cezaevinde 3-4 ölüm olayı olduğunu duydum, çocuklarımın sağlıklarından endişeliyim. Çocuklarımın sağ ve sıhhatte olduklarına dair tarafıma bilgi verilmesini bir anne olarak rica ediyorum.

-12 Eylül öncesinde memlekette bazı grupların rol oynadığı bir gerçektir. Ancak 12 Eylül'den sonra değişen tek durum varsa, sadece fakir ve yaşları 18-20 arasında olan gençlerin ezilmesidir. Bizlerin şeref ve haysiyetlerimizin rencide edildiği gibi, tutuklu bulunan çocuklarımız da işkenceden intihara sürüklenmektedir. İç anarşi durmuştur. Ama bizim kalbimizdeki anarşi artmıştır. Anne-baba olarak her zaman gidip bu çocuklarımızın durumlarını görüyoruz ve bu durumun hiç insanlığa yakışmayacağını da biliyoruz. Bu duruma bir çözüm getirilmesini arz ederiz.

-İşkenceci cezaevi personelinin tutuklu masum kişileri kitleler halinde ölüme sevk ettikleri bedaheti karşısında durumu siz cumhurbaşkanımıza arza mecbur kaldım. Bu işe el atmanızı ve işkenceye son verilmesini en üst merci olarak bekliyor ve yardımınızı diliyoruz.

-Mamak Askeri Cezaevinde 300 insana uygulanan toplu işkence ve görüş yasağını bugünkü telgrafımla bilgilerinize arz etmiştim. Saat 18.00'da öğrendiğime göre bugün avukatlarımız da çocuklarımızla görüştürülmemiştir. Yaşamları için büyük endişe ve korku içindeyiz. Acele hastaneye sevkleriyle gerekli tıbbi müdahalelerin vakit geçirilmeden sağlanmasını ve sonuçlarının açıklanmasını saygılarımla arz ederim.

-Gözü yaşlı, bağrı acılı, ciğeri delik bir anneyim. Oğlum görüşmeye, havalandırmaya çıkarılmamakta, yiyecek ve çamaşır alınmamaktadır. Bunlar insanlık dışı değil midir? Biz ana babaların yüreği buna nasıl dayansın. İçimiz kan ağlıyor. Sizlerin de bir anne ve baba olarak bizum acımızı, duygularımızı anlayacağınızı ümit etmekteyiz.

-İnsanlık dışı ve Anayasamızın suç saydığı işkenceyi yapanlara gerekenlerin yapılmasını, oğlum komada ölmek üzeredir duruma hemen müdahale edilmesini, emirleriniz üzerine hapishane şartlarının ve oğlumun durumunun yerinde incelenip doktora gönderilmesini ve işkence yaptırıp, yapanlar hakkında kanunu işlem yapılmasını saygılarımla arz ederim.

-Cezaevine oğlumu ziyarete gittiğimde kafası, gözü sarılı bir vaziyette olduğunu gördüm. Çivili tahtalarla karşı grup tarafından öldürülmek kastıyla dövüldüğünü öğrendim. Bu çivilerin ve tahtaların hapishaneye nasıl girdiğini merak ediyorum. Devlet büyüğümüz olarak duruma müdahale edilerek sağ ve sol grupların bir arada tutulmamasını ve bu duruma sebep olanların cezalandırılmasını saygı ile dilerim.

-Cezaevinin bulunduğu muhit, işkence feryatları ile evlerinde duramamaktadır. Bu uygulamalara son verilmesi için gerekli işlemlerin yapılmasını arz ederim.    

-Oğlum yapılan kötü uygulama sonucu ayağı kırılmak suretiyle sakat bırakılmıştır ve 45 gündür hücrede tutulmaktadır. Ayrıca 2 aydır bana gösterilmemektedir. Cumhuriyetimiz ve demokrasimize gölge düşürecek bu uygulamalara son vermeniz için gerekli olan emir ve talimatları vermenizi saygılarımla arz ve talep ediyorum.

  

17 Eylül 2012 Pazartesi

Süper Lig'in en süper futbolcuları!



Spor Toto Süper Lig'de top koşturan öyle oyuncular var ki özellikleri adlarında gizli! İşte onlardan bazıları...  

Yedek kulübesinin değişmez ismi Köksal YEDEK (Sanica Boru Elazığspor)
Rakibin tüm engellerine karşı Mustafa AŞAN  (Akhisar Belediye)
Topu ver, gerisini merak etme sen Çağdaş ATAN (Akhisar Belediye)
Tartışmalı pozisyonlar için son nokta Gökhan SÜZEN (İstanbul Büyükşehir Belediye)
Hava topları ondan sorulur Salih UÇAN (Fenerbahçe)
Yedek kulübesinin torpillisi Çağlar BİRİNCİ (Galatasaray)
Hakeme diyeceği olana Hakan SÖYLER (Kardemir Karabük)
Rakiplerin korkulu rüyası Cengiz BİÇER (Mersin İdmanyurdu)
Son oyuncu değişikliği için değişmez isim Hasan ÜÇÜNCÜ (Mersin İdmanyurdu)
Takım oyununa en yatkın Metin İMECE (Mersin İdmanyurdu)
Mağlubiyet sonrası ağıt  yakmak için Serkan YANIK (Mersin İdmanyurdu)
Top geçer rakip geçmez Hüsamettin TUT (Orduspor)

Tam bir görev adamı Nizamettin ÇALIŞKAN (Orduspor)  
Eşsiz kurtarışlar için Onur Recep KIVRAK (Trabzonspor)
Tutabilene aşk olsun Giray KAÇAR (Trabzonspor)
Yabancı sınırlamasına karşı Hasan TÜRK (Beşiktaş)
*Fotograf: fenerbahce.org

15 Eylül 2012 Cumartesi

Tribünler çocuklar için birleşti


Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş ve bazı kulüplerin taraftar grupları, ezeli rekabete ara verip çocuklar için birlikte yürüdü.

Eğitimi 4+4+4 şeklinde kesintili hale getiren, okula başlama yaşını 5,5'a çeken ve  "çocuk işçi", "çocuk gelin" gibi olumsuzlukları artıracağı endişelerine neden olan uygulamayı protesto için Ankara'da emek ve meslek örgütlerince düzenlenen mitingde renkli görüntüler ortaya çıktı.

Bunlardan en dikkati çekeni ise taraftar gruplarının birarada formaları ve renkli pankartlarıyla yürümeleriydi. 

Fenerbahçe Sol Açık, Galatasaray Tek Yumruk, Beşiktaş Beleştepe ve diğer taraftar yürüyüş boyunca ardarda kortejlerde sıralınırken, miting alınında da ayrılmadılar. 

Formalarını sırtlarına geçiren taraftar, bugüne özel hazırladıkları renkli pankartlarla tribün çoşkusunu miting meydanına taşıyıp kendi jargonlarıyla uyfulamaya neden karşı olduklarının mesajlarını güçlü bir biçimde verdiler. 

Gönül verdikleri renklerlerle farklıklarını ortaya koyan taraftarlar, hep birlikte yaptıkları/attıkları "4+4+4'e hayır" tezahüratıyla/sloganıyla da tek ses oldular!...

13 Eylül 2012 Perşembe

Bu da çalışanların 2013 kataloğu


Bugünlerde kapınıza IKEA'nın 2013 ürün kataloğu ya geldi ya da gelmek üzere.

Dünyanın 44 ülkesinde 100 binden fazla IKEA çalışanı, IKEA Türkiye çalışanlarıyla aynı iş kıyafetlerini giyip, aynı ürünleri satıyor.

Aralarındaki tek fark IKEA Türk çalışanlarının sendikaya üye olma ve toplu iş sözleşmesi hakkından yararlanamıyor olması.

Türk-İş'e bağlı Koop-İş Sendikası'nda örgütlenme çabasını sürdüren işçiler, IKEA'nın 44 ülkedeki mağazalarında çalışanların haklarına sahip olmak istiyor.

İşte IKEA'nın 2013 ürün kataloğu böyle bir ortamda çıktı. 

İyi de işçilerin neyi eksik.

Bu da işçilerin 2013 yılı kataloğu!...

12 Eylül 2012 Çarşamba

"Gizli" belgeden çıkan ünlüler!



12 Eylül Askeri Darbesi'ne ilişkin açılan davada,  mahkemeye sunulan belgelerin arasından Yılmaz Güney ve kamuoyunun yakından tanıdığı isimlere ilişkin  "gizli" ibareli bir yazı çıktı.

Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT),  gelen talep üzerine, "yurt dışında Türkiye aleyhine faaliyet gösterdiği" gerekçesiyle, bir kişinin vatandaşlıktan çıkarılması konusunda, 30 Temmuz 1984'te "gizli" ibaresiyle Dışişleri Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve İçişleri Bakanlığı'na görüş bildirdi.

MİT, görüşünde, Yılmaz Güney,  Behice Boran, Gültekin Gazioğlu, Şanar Yurdatapan, Melike Demirağ  ve DİSK yöneticilerinin durumuna da dikkat çekti.

Vatandaşlıktan çıkarılması talep edilen kişilerin durumunun ilgili makamlarca araştırılmaya devam ettiği vurgulanan yazıda, şu ifadelere yer verildi:

"(Söz konusu kişiden), siyasi partiler, sendikalar, öğretmen kuruluşları, sanat alanında iç ve dış çevreler itibariyle daha büyük etkinliğe sahip bazı Türk vatandaşlarının, oluşturulacak menfi propagandalar dikkate alınmayarak vatandaşlıkları kaybettirilmiş bulunmaktadır. Yılmaz Güney, Behice Boran, Gültekin Gazioğlu, Şanar Yurdatapan, Melike Demirağ ve çeşitli kademelerdeki DİSK mensupları bu duruma örnek gösterilebilir."

MİT, görüşü sorulan kişi için ise, "Zamanında hiçbir işlem yapılmamasının, tutumunda bir değişiklik yaratmayacağı, aksine bundan cüret alarak aynı doğrultudaki girişimlerini daha etkin bir şekilde sürdürmesine ve neticede durumuna göz yumulduğu izleniminin yaratılmasına da imkan sağlayacağı mütalaa edilmektedir" şeklinde yanıt verdi.   

6 Eylül 2012 Perşembe

Yasaklı işin sigortalı işçileri



Sosyal Güvenlik Kurumu'nun kayıtlarına göre, Türkiye'de yasaklanan bir faaliyetin sigortalı çalışanları "var" ya da "yok"!...

Kumar... Türkiye'de yasak bir faaliyet. Bu nedenledir ki tutkunları, kumar oynayabilmek için kimi zaman aksiyon filmlerini aratmayan zahmetlere katlanmayı bile göze alıyor. Polis de yasak olan bir faaliyeti engellemek için operasyon üstüne operasyon düzenliyor. Polis, kimi zaman bir villaya kimi zamansa kuytu bir yere baskın yapıyor. 

Sosyal Güvenlik Kurumu'nun kayıtları ise kumar konusunda bilinen bu durumu adeta boşa çıkarıyor. Nasıl mı? Tüm nüfusa sosyal güvence sağlama iddiasındaki kurum, sigortalı işçileri 99 faaliyet grubuna göre ayırıyor. Bu faaliyet grupları arasında ev içi çalışması, eğitim, mobilya imalatı, veterinerlik, konaklama, telekominikasyon, gayrimenkul, ormancılık, içecek imalatı, bina inşaatı, bilgisayar programlama, sosyal hizmetler, mimarlık, kanalizasyon gibi bir dizi iş bulunuyor.

Faaliyet gruplarının 93. sırasında ise "kumar ve müşterek bahis faaliyetleri" yer alıyor. Kurumun haziran ayı verilerine göre, bu faaliyet alanında toplam 7 bin 196 işyeri bulunuyor. Bu faaliyeti yapanların sayısı ise 24 bin 294 olarak belirtiliyor. Çalışanlar günlük ortalama gelirine bile yer veriliyor. Buna göre bu işleri yapanlar günlük ortalama 32,79, aylık 983 lira kazanıyor.

İşte Sosyal Güvenlik Kurumu'na göre Türkiye'de yasaklı bir faaliyet ve bu faaliyet grubu içerisinde sigortalı görünenlerin durumu böyle.

Öte yandan, ellerinden "yüklüce paralar" geçen insanların aylık 1000 liranın altında bir ücretle çalıştırılıyor olması da ayrıca dikkat çekici...