30 Haziran 2012 Cumartesi

Sen misin doğum yapan!


Başarılı bir satış müdürünün hayatı doğum yapınca alt üst oldu. Çocuklu bir kadın olarak ayrımcılığa  uğradığını belirten satış müdürü, hem işverene hem de mahkemelere karşı hukuk savaşı verdi. 

Tam 13 yıl önce bir sigorta şirketinde çalışmaya başladı. Satış servisini oluşturup, işverenin başlangıçta 8 olan çalışan sayısının 150'ye çıkmasında önemli katkıları oldu. Performans değerlendirme puanları hep çok yüksekti.

Herşey iyi giderken hamile kalıp doğum yaptı. Doğum izni bitip iş başı yaptığında ise kötü bir sürprizle karşılaştı. İşverence iş sözleşmesinin feshedildiğini, doğum iznindeyken yerine başka birinin atandığını öğrendi. Kendisine ise daha düşük bir görev teklif edildi. İşe iade davası açıp kazandı, ancak işveren işe geri dönüş başvurusunu reddetti ve tazminatı ödeyerek bu konuyu kapatmak istedi.

Kadın çalışan bunun üzerine yılmayarak çocuklu bir kadın olarak "ayrımcılığa" maruz kaldığı gerekçesiyle yeni bir hukuki mücadele başlattıp, tazminat ve yoksun kaldığı hakları talep etti.

Yerel mahkeme, işverenin lehine karar verdi. Mahkeme, davacının, kadın kimliği ve hamileliği ile ayrımcılığa maruz kaldığı iddiasının kanıtlanamadığı gerekçesiyle davayı reddetti.

Kadın çalışan bir kez daha Yargıtay'ın kapısını çalıp talebinde ısrarcı oldu. Yargıtay kararını oluştururken tanık olarak dinlenen 3 kadın işçinin anlatımlarını da dikkate aldı.

Tanıklık yapan kadınlar, davacı kadının iddialarını doğruladılar. Tanıklar, işverence doğum iznini kullandırmama yönünde yapılan baskıları anlattılar. Tanıklardan biri bu yüzden işten ayrıldığını, diğeri ise doğum izni kullanmadığı için doğum sonrası terfi ettirildiğini belirtti.

Yargıtay, davacının doğum izni kullanması ve analık sebebiyle maruz kaldığı bu durumun İş Kanunu kapsamında değerlendirildiğinde ayrımcılık tazminatı koşullarının oluştuğunun kabul edilmesi gerektiğine karar verdi. Yargıtay, ayrıca yoksun kalınan haklara ilişkin talebin de haklı olduğunu belirtti.

Böylece kadın çalışan, Yargıtay'dan aldığı iki kararla, sonuna kadar verdiği hukuki mücadeleyi kazanıp haklılığını iki kere ispat etmiş oldu. 

23 Haziran 2012 Cumartesi

Varsa cesaretiniz geçin!...



Türkiye'de adı ne yazık ki ölümle anılan karayolları/kara noktalar var. Ve ne yazık ki bu noktalar bugüne kadar çokça can aldı. Bu güzergahlara Başkent'te iki tane daha eklenmek üzere. İşte hiç de tekin olmayan o iki güzergahın hikayesi...    

Ankaralılar'ın dört gözle bekledikleri metrolar için nihayet yeniden kazmalar vuruldu. Ancak daha kazmaların sesi bile duyulmadan Kızılay-Çayyolu Metro Hattı güzergahında yıllardır kaderine terk edilen inşaat nedeniyle göçük yaşandı. Metro hattındaki göçük Ankara'nın orta yerinde bir kişiyi yuttu. O anda başkaca kişilerinin geçmemesi olası bir faciayı önledi.

Bu hattın yapım hikayesi tam 10 yıl öncesine uzanıyor. Evet yanlış duymadınız 11 istasyondan oluşan bir metro hattı aynı belediye başkanı döneminde olmasına rağmen ha bugün ha yarın denilerek ötelendi. Başlanan inşaatlar ise yıllar boyu olduğu gibi kaldı, kaderine terk edildi. Bu inşaatların olduğu yerlerde korku adaları oluştu, trafik çileleri yaşandı.   

Son olarak Ankara Büyükşehir Belediyesi, 10 yıl sonra "ben yapamıyorum" diyerek inşaatları Ulaştırma Bakanlığına devretti. Şimdi bu hattın 730 günde bitirileceği söyleniyor.

Ankara'da yeniden kazma vurulan diğer hat ise Tandoğan-Keçiören arasında. Bu hattın yapımına ise 9 yıl önce başlandı ve aynı şekilde Ulaştırma Bakanlığına devredildi. Hattın  850 günde tamamlanması bekleniyor. 

İki hattın yapımında verilen 9-10 yıllık aranın ardından başlanan inşaatların ne durumda olduğu muamma. İnşaatların bu süre içerisinde güvenliği tehlikeye düşürmeyecek şekilde korunup korunmadığı bilinmiyor. Uzunca bir aranın ardından kazma vurulduğunda ilk günden yaşanan kaza ortada. İnşaatın hızlanmasıyla birlikte benzer kötü sürprizlerin yaşanıp yaşanmayacağı bilinmiyor. 

Bu kadar bilinmezin arasında, Ankaralıların bir sabah kalktıklarında kentin iki önemli güzergahının olmadığı/göçtüğünü görme ihtimali düşünüldüğünde, bu güzergahların üzerinde yada civarında dolaşmak Başkentlilerin bu yaz yapacakları en tehlikeli şey gibi görünüyor.  


18 Haziran 2012 Pazartesi

Üniversiteli çöpçü, hamal, bulaşıkçı


Üniversiteli çöpçü, hamal, bulaşıkçı böyle yetişiyor. İşte Türkiye'nin gençlerine çizdiği kariyer planlaması!... 

Ekonomideki "rekor" büyüme rakamlarına rağmen, büyümeye paralel yeni istihdam yaratılamadığı için Türkiye'de işsizlik ülkenin en önemli sorun alanlarından biri olmayı sürdürüyor.

Özelleştirmelerle ekonominin bir çok alanından çekilen devlet, belki de sorunun yakıcılığı hissedildiği için istihdam alanına Türkiye İş Kurumu aracılığıyla doğrudan müdahale etmeye  n azından şimdilik devam ediyor.

Türkiye İş Kurumu da işverenlerden topladığı açık işlerle kendisine kayıtlı işsizleri buluşturarak devlet adına "resmen" işsizlikle mücadele ediyor.

Hal böyle olunca kuruma işverenlerden gelen talepler, işsizlere işe kavuşmaları için hangi alanlara yönelmeleri gerektiği konusunda önemli ip uçları veriyor! Çünkü işverenlerin kurumdan en fazla işçi talep ettiği meslekler yıllardır neredeyse hiç değişmiyor.

İşverenler geçen yıl kurumun kapısını çalıp 660 bin 623 gibi hiçte azımsanmayacak sayıda işçi talep etti. "Nitelikli personel yetişmiyor", "Ben istediğim gibi adam bulamıyorum", "Ücret beğendiremiyorum" diye yakının işverenler, başvurularının yarısına yakınında "gücü kuvveti yerinde olan, beden sağlığı iyi görünen" ama başkaca hiçbir niteliği olmayan beden işçisi talep etti. Beden işçisi talebi 272 bin 992'yi buldu.

En çok işçi istenen mesleklerin geri kalanı da temel olarak bedensel dayanıklılık gerektiren, belli bir eğitimin aranmadığı işler. Listenin başındaki diğer meslerler şöyle:

Temizlik görevlisi   
Büro memuru
Satış elemanı
Dikiş makineci
Güvenlik görevlisi
Garson
Çağrı merkezi çalışanı
Elle imalat
Bahçıvan
Bulaşıkçı         

İşte devlet, kapısına gelen üniversite mezun, dil bile işsiz gencine en çok bu mesleklerde iş önerebiliyor...

İşte büyüyen Türkiye'nin istihdam yarattığı meslekler ve ailelerin binbir fedakarlıkla, sıkıntıyla yetiştirilen gençlerine çizdiği kariyer planlaması böyle...
Hal böyle olunca etrafınızdaki temizlik görevlisini, bulaşıkçıyı, hamalı sakın eğitimini sorup mahcup edip utandırmayın, sonra sizin de içiniz acımasın!...

15 Haziran 2012 Cuma

Asıl böyle memurlar var!


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Öyle memurlar vak ki" diyerek "hem kendisinin hem eşinin otomobili olan" memurların varlığına işaret etti. Hali sorulan memurlar ise bambaşka bir gerçekten bahsediyor...    

Memurların içinde bulunduğu durum 81 ilde, 2444 kamu görevlisine soruldu. İşte memurun hali:

-Kamu görevlilerinin ortalama 2 çocuğu var. İkiden az çocuğu olanların oranı %26 iken, ikiden fazla çocuğu olanların oranı %27. Yani her bir kamu görevlisinin ailesi en az 4 kişiden oluşuyor.

-Her 5 kamu görevlisinden biri, ailesinde eşi ve çocukları dışında bir yakınına daha bakıyor. Buna göre kamu görevlilerinin %22’si geniş aile yapısına sahip.

-Kirada oturan kamu görevlilerinin %36’sı, 300 TL’nin altında kirası olan evlerde, elverişsiz şartlarda yaşıyor. Kirada oturan memurların %49’u 300-500 TL arasında kira ödüyor. Ev sahibi olamayan memurların %15’i ise ortalama maaşının %40’ından fazlasını kiraya ayırıyor.

-Kendisine ait bir evi olduğunu belirten kamu görevlilerinin %27’si ailesinden kalma bir evde oturuyor. Ev sahibi olan kamu görevlilerinin %58’i ise evlerini banka kredisi ile borçlanarak almış. Kamu görevlilerinin %58’i ailesinin geçimini tek maaşla sağlıyor.

-Kamu görevlilerinin %93’ü aldığı ücretin yeterli olmadığı düşüncesinde. İhtiyaçlarından kalan kısmı ile tasarruf yapabilenlerin oranı ise yalnızca %4.

Borç üstüne borç

-Memurların %83’ü düzenli olarak borç ödüyor.

-Öyleki kamu görevlilerinin borcu kronik hale gelmiş durumda. Memurların yarısı 6 yıldan fazla zamandır düzenli borç ödüyor. 

-Düzenli borç ödeyen memurların %48’i hem kredi kartı borçlusu hem de banka kredisi ödemek zorunda.

-Kamu görevlilerinin %43’ü, ailelerinin geçimini sağlayabilmek için harcamalarını kısarken, %31’i kredi kartına borçlanıyor. %11’i ise köydeki yakınlarının yardımı ile ayakta kalmaya çalışıyor.

11 Haziran 2012 Pazartesi

Messi'ye kulak ver!

Barcelona sponsorluğu nedeniyle
THY'nin değişmez yolcularından olan
futbolun altın çocuğu Messi'den,
grev hakkının ellerinden alınmasına
karşı hizmet üretmeyerek tepki
gösteren Hava-İş üyesi 305 kişinin
işten atılmasına karşı "beklenen"
o mesaj!...


7 Haziran 2012 Perşembe

Bu da işçinin "kara listesi"


Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) her yıl merakla beklenen kara listesi bu yıl işverenlerin engellemesi nedeniyle açıklanamadı. İşte açıklanamayan o listedeki 25 ülke...  

Çalışma yaşamındaki standartların belirlendiği ve hükümet-işçi-işverenlerin birlikte oluşturdukları ILO'nun 101. Genel Kurulu örgütün tarihindeki en büyük krizlerden birini doğurdu.

Özellikle ekonomik kriz nedeniyle çalışanların haklarına yönelik saldırıların arttığı bir ortamda, işveren grubu, örgütün en önemli organlarından olan, ülkelerin onayladıkları uluslararası sözleşmelere uygun hareket edip etmediklerini inceleyen Aplikasyon Komitesi"ni kilitledi.

İşveren grubu, görüşmelerde, toplu iş ilişkilerinin en temel unsurlarından olan "grev hakkı" konusunda ülkelerin bir değerlendirmeye tabi tutulmasına karşı çıktı ve bu tür konuların başka bir komisyonda ele alınmasını teklif etti. Hükümet kesimi de bu görüşe katılınca, komite çalışma yapamaz duruma geldi.

Bu görüş ayrılığı nedeniyle ILO'nun çeşitli sözleşmelerine aykırı hareket eden ülkelerin durumu görüşülemedi ve merakla beklenen kara liste ortaya çıkmadı. 
    
İşçi grubu ise, işveren grubunun gelmediği komite toplantısında 25 ülkelik listesin okudu. İşte işçi grubunun belirlediği kara listede şu ülkeler yer alıyor:

Moritanya, Dominik Cumhuriyeti, Senegal, Fiji, Guatemala, Kuveyt, Malavi, Maritius, Meksika, Mynmar, Nijerya, Özbekistan, Pakistan, Paraguay, Suriye, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Romanya, İngiltere, Sırbistan, Srilanka, Swaziland, Türkiye, Uruguay, Zimbabwe, Cezayir.


Bu ülkeler, çocuk işçiliği, zorla çalıştırma, işsizlik, sendika özgürlüğü ve sendikalaşma hakkı, sosyal güvenlik, iş kazaları, sendikacıların ve üyelerinin can güvenliği, ayrımcılık gibi konularda listeye girdi.

Türkiye ise 87 No’lu Sendika Özgürlüğü ve Sendikalaşma Hakkının Korunması Sözleşmesi'ne aykırılıklar nedeniyle daha önce pek çok kere olduğu gibi listede kendine yer buldu.  

2 Haziran 2012 Cumartesi

2466 gündür süren grev



Hava yollarında grev yasağının konuşulduğu günlerde, Türkiye grev konusunda aşılması mümkün olmayan bir rekora imza atıyor.

Sendikaların üye ve güç kaybettiği bir dönemde, kazanım için grev silahını kullanmaya cesaret edebilen sendika sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Bunun yanında Türkiye'de bir grev 7 yıl, 82 ay, 352 hafta ve 2466 gündür sürüyor. Evet yanlış duymadınız, Türkiye'de tam 2466 gündür devam eden bir grev var.

Cumhuriyet Gazetesi'nde Türkiye Gazeteciler Sendikası'nın  (TGS) 6 Eylül 2005 tarihinde başlattığı grev halen devam ediyor.

Gazetenin, "sendika olsun fakat kesinlikle toplu iş sözleşmesi imzalanmasın" politikası izlemesi nedeniyle, sendika 18 Mayıs 2005'te grev kararı aldı.

Yapılan grev oylamasına gazete yönetiminin baskısıyla İstanbul'da 188 işçiden 19’u, İzmir’de 12 çalışandan 1’i katıldı. Hal böyle olunca toplu sözleşme sürecinin Yüksek Hakem Kurulu’na gitmesi sağlanamadı.

Sonuçta Cumhuriyet gazetesinde 6 Eylül 2005'te grev kararı uygulamaya konuldu. Ancak üyelerin greve çıkmaması üzerine grev kağıt üzerinde kaldı. Sendika işyerinde grev pankartı asmadı.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı da o gün bugündür TGS'nin iş yerindeki yetkisini düşürmemek için kağıt üzerinde davam ettirdiği grevin çetelesini tutmaya devam ediyor. 
Bu şekilde, Türkiye, tam da bu ülkeye yakışır bir çarpıklıkla hergün biraz daha geliştirdiği bir rekora imza atıyor.
Grevde 2466. gün,  grevde 2467. gün...