28 Şubat 2012 Salı

Vicdanınız kaç litre?



Malum Türkiye'de bir işçiyi işten çıkarmak oldukça kolay. Bazı işverenler işin kolayına kaçıp "performans düşüklüğü" gibi artık sıradanlaşan gerekçeler sunsa da kullanılan yöntemler işverenin hayal gücüne bağlı olarak çeşitlilik gösteriyor. İşte onlardan biri.


İstanbul Göztepe'deki bir akaryakıt firmasında 1 yıl aşkın süredir çalışan tanker sürücüsü, işten çıkarılınca bunun haksız olduğu gerekçesiyle işe iade davası açtı.


İşveren, savunmasında, işçinin dikkatli ve özenli çalışmadığı için uyarıldığını, son olarak  bir istasyona boşaltım yaptıktan sonra 1-1,5 litre benzini pet şişe ile aracın içine aldığını, şirkete maddi zarar verdiğini ve imajını olumsuz etkilediğini belirtti. İşveren, bu gerekçelerle haklı olduğunu ifade edip, davanın reddini istedi.


Yani 1 yılı aşkın süredir hergün tonlarca akaryakıtın emanet edildiği işçi, bunun 1-1,5 litresini pet şişe ile "aracın içine alarak" affedilmez bir suç işlemişti.     


Yerel mahkeme işvereni haklı bularak davayı reddetti. İşçinin son şansını kullanıp kararı temyiz etmesi üzerine dava Yargıtay'a geldi.


Neyse ki Yargıtay, ne işvereni ne de yerel mahkemeyi dinledi. Yargıtay kararında, son derece yerinde bir akıl yürütmeyle, söz konusu benzin miktarı göz önünde bulundurulduğunda, işçinin olayda hırsızlık kastının bulunmadığı ve benzini temizlik amacıyla aldığı şeklindeki savunmasını inandırıcı buldu.


Yerel mahkemenin kararını bozan Yargıtay, işçinin işe iadesine karar verdi.


İşte Türkiye'de işçi ve işveren olmak böyle birşey...

25 Şubat 2012 Cumartesi

İş yerlerinin "lanetlileri"



İş yerlerindeki sayıları her geçen gün artıyor. Onlar kim mi? En yorgunlar, en yıpranmışlar, en zayıflar... Diğerlerine karışmasınlar diye sırtlarından, yakalarından "damgalananlar"... Yani iş yerlerinin "lanetlileri"!...


İşte taşeron işçilerin gerçeği:
-Görünenin aksine arandığında asıl patronları bulunamaz.
-Daha işi girerken "bütün alacaklarımı eksiksiz aldım" diye bir takım kağıtlar imzalatılır.
-Bu yeterli olmazsa "teminat senedi" gibi miktarı olmayan senet imzalatılır.
-Öldüklerinde ya da iş kazasına maruz kaldıklarında şanslı olanlar birer rakam olarak istatistiklere geçer.
-Onlar için sanki başka İş Kanunu hükümleri geçerlidir. Hemen hiçbir kanun hükmünden
yararlanamazlar ya da eksik yararlanırlar.
-İş yerindeki en pis, en riskli ve tehlikeli işler onlara yaptırılır.
-Tehlikeli işleri yaparken kendilerine koruyucu donanım verilmez. Gerekli eğitimler verilmediğinden
çalışırken ne gibi tehlikelerle karşı karşıya kaldıklarının farkında değillerdir.
-Bir çoğunun belli bir iş yeri bile yoktur. Çünkü yaptıkları iş bittiğinden, yeni iş
için başka bir yerde çalışmaya başlarlar.
-Sendikanın "S"si bile yasaktır. Bu "gerçeğe" aykırı hareket eden nefes alamadan kapı önüne konur.
-İş kazasında öldüklerinde iş yerindeki kimse onları fark etmez, hatta öldükleri günler sonra
cesetleri bulunduğunda anlaşılır.
-Asgari ücrete mahkumdurlar.
-Belli bir iş yerinde çalışıyorlarsa o iş yerine sabahın şafağında ilk giden onlardır.
-Her yıl işe gir-çık yaptırılarak özlük hakları sıfırlanır, yani kıdemli çalışmanın
getirdiği hiçbir artıdan yararlanamazlar.
-Taşeron işveren, fiyat kırarak aldığı ihaleden en fazla karı elde edebilmek için
en büyük gider kalemi gördüğü işçileri yani insan kaynağı olabildiğince sömürür.


Aslında taşeron çalışma sistemi tüm çalışanlar için bir tehdit ya da bir terbiye mekanizması. Hal böyle olunca taşeron işçilerinin gerçeği değişmeden bu ülkede çalışan hiç kimseye rahat yok!...

17 Şubat 2012 Cuma

İşçilerin en çok okuduğu yazar kim?



"Ne yer, ne içerden" ziyade işçilere farklı bir bakış açısı. Toplumdaki en geniş kesimlerden birini oluşturan işçilerin, sosyal ve kültürel durumlarına ilişkin küçük bir kaç veri. İşçiler ne sıklıkla gazete okur, hangi gazete ve köşe yazarını takip eder?     

İnönü Baydar'ın Türkiye'de Yol İşçileri-Kamuda Çalışan Yol İşçilerinin Sosyokültürel Kimliği isimli çalışmasında, 2010 yılında 646 işçiye gazete okuma alışkanlıklarıyla ilgili sorular yöneltildi.

Araştırmaya göre, işçilerin yarısı ara sıra, yüzde 46.8'ı düzenli olarak gazete okuyor.

İşçiler en çok Hürriyet gazetesini takip ediyor. Hürriyet okuyanların oranı yüzde 12.79 iken, Hürriyet'i yüzde 12.06'yla Posta, yüzde 11.84'le Milliyet izliyor. 

Daha sonra yüzde 7.13'le Habertürk, yüzde 7.06'yla Sabah, yüzde 6.69'la Zaman, yüzde 5.15'le Cumhuriyet, yüzde 4.85'le Vatan, yüzde 4.04'le Sözcü, yüzde 3.68'le Fotomaç, yüzde 2.79'la Takvim, yüzde 2.65'le Yeni Şafak, yüzde 2.06'yla Yeni Çağ, yüzde 1.91'le Radikal, yüzde 1.69'la Akşam, yüzde 1.40'la Türkiye, yüzde 1.18'le Güneş, yüzde 0.81'le Star geliyor.

İşçilerin en çok okuduğu köşe yazarı ise Emin Çölaşan. Çölaşan'ın yazılarını okuyan işçilerin oranı yüzde 13.19. İkinci sırada yüzde 9.45'lik oranla Yılmaz Özdil, üçüncü sırada yüzde 6.30'luk oranla Fehmi Koru geliyor.

İşçilerin okuduğu diğer köşe yazarları ve oranları şöyle:

Fatih Altaylı:       yüzde 5.91
Ahmet Hakan:    yüzde 5.42
Ahmet Altan:      yüzde 4.53
Bekir Coşkun:    yüzde 3.94
Nazlı Ilıcak:        yüzde 3.54
Yavuz Donat:     yüzde 3.35
Rauf Tamer:       yüzde 2.95
Mustafa Balbay: yüzde 2.36
Hasan Pulur:       yüzde 2.17
Taha Akyol:       yüzde 1.97
Emre Kongar:    yüzde 1.57
Cengiz Çandar:  yüzde 1.38
Fikret Bila:         yüzde 1.18 

13 Şubat 2012 Pazartesi

"Azgın göstericiler" iş başında!...

Fotoğraf: Vatan Gazetesi 
Yunanistan adeta ateş topu. Aylardır grev üstüne grev yapan, sokakları mesken tutan Yunan halkı, "kemer sıkmayı" daha da yaşanılmaz hale getirecek yeni düzenlemelere karşı bir kez daha sokakta. Türkiye ise komşudan gelen haberleri, bir haber kanalındaki "azgın göstericiler" anonsuyla dinliyor. Peki asgari ücret düşürülse, işsiz kalacağınızı bilseniz siz ne yapardınız?...

Yunan Parlamentosu, ülke tarihine geçecek tepki ve gösterilere rağmen AB ülkelerinin kredi karşılığı getirdiği dayatmaları onayladı. Böylece daha önce yazılan "acı reçete"nin dozu biraz daha artırılmış oldu.
 
Yunan halkının sokağa dökülmesine neden olan düzenlemer arasında şunlar var:
-İş yasaları serbestleştiriliyor, yani çalışanların sahip olduğu haklar gerileyecek.
-751 euro olan asgari ücret 600 euroya düşürülecek.
-Emeklilik sisteminde yeni düzenlemelere gidilecek.
-Bütçede 325 milyon euro ek kesintiye gidilecek. Yani eğitim, sağlık hizmetlerinin ruhuna fatiha.
-İşsizliğin yüzde 20'yi aştığı ülkede, bu yıl 15 bin, 2015'e kadar 150 bin kamu çalışanı işten çıkarılacak.
Bunların fazlası var, eksiği yok!


Hal böyle olunca zaten canı yanan Yunan halkı, can havliyle sokaklara dökülüp, hayatlarını yaşanılmaz hale getirecek düzenlemelere tepki gösteriyor. Bu tepkinin karşısına polisiye tedbirler çıkınca da sokakların ısınması kaçınılmaz oluyor.

Yunanistan'da yaşananların arkasında bu gerçekler yatarken sokağa dökülenlere "azgın gösterici" demek nasıl bir aklın ürünü anlamak mümkün değil? Bu nitelemeyi yapan kişi, bir asgari ücretlinin ücretinde kesinti yapılsa, işten çıkarılacak olsa, alacağı kamusal hizmetler ortadan kaldırılsa nasıl bir tepki verilmesini uygun bulurdu bilinmez.

Ama haklarının elinden alınmasına sessiz kalmayanlara, can havli ve öfkeyle tepkisini ortaya koyanlara "azgın gösterici" diyen birine, kibarca "darısı başına desek" her halde onun kadar ayıp etmiş olmayız!...    

12 Şubat 2012 Pazar

İşçinin Cem Karaca'ya itirazı var!


Merhum Cem Karaca'nın en çok bilinen şarkılarındandır "Tamirci Çırağı". Şarkı, bir tamirci çırağının "imkansız aşkını" anlatır ve ustanın "işçisin sen işçi kal" sözleriyle biter. Ancak işçilerin Cem Karaca'nın bu şarkısına itirazı var...  

İnönü Baydar, 646 "yol işçisinin" katılımıyla "Türkiye'de Yol İşçileri" isimli bir araştırma yapmış. Araştırmada, işçilerin sosyokültürel kimliğine ilişkin sonuçlara ulaşılmış.

Önemli bir bölümü baba mesleğini yapan yani işçiliği sürdüren katılımcılara, "çocuklarının ileride hangi mesleği yapmalarını istedikleri" sorulmuş. İşçilerin bu soruya verdikleri yanıtlar, çocuklarının, şarkıya inat işçi kalmasını istemediklerini ortaya koyuyor.

Yol işçilerinin yüzde 27.8'i çocuklarının doktor, yüzde 25'i öğretmen, yüzde 21.1'i mühendis olmasını istiyor. Çocuklarının avukat ve subay olmasını isteyenlerin oranları da yüzde 7 seviyesinde. Çocuğunun polis olmasını isteyenlerin oranı yüzde 2.3'e karşılık geliyor. Çocuğunun bunların dışında bir mesleğe sahip olmasını isteyenlerin oranı ise yüzde 8.5.

Bu sonuçlar belki de kimseye şaşırtıcı gelmeyecektir.

Şaşırtıcı olan çocuklarını işçilikten kazandığı paralarla büyüten insanların, çocuklarına kesinlikle bunu yapmalarını yakıştıramıyor olmalarıdır.

Evet işçilerin Cem Karaca'ya itirazı var. Peki ama işçilerin böyle düşünmesinin arkasında neler var?

Pek çok işçi buna "bizim çektiğimiz rezilliği çekmesin" yanıtını veriyor. O halde işçiler "nasıl bir rezillik" çekiyor acaba?

9 Şubat 2012 Perşembe

Gel de depremden korkma?


Malum bir deprem ülkesindeyiz. Doğa bunu bize döve döve anlatıyor. Bunu en son Van Depremi'nde olduğu gibi çok acı örneklerle tekrar tekrar hatırlamak zorunda kalıyoruz. Hal böyle olunca da ülkedeki depremle ilgili hemen her kişi, kurum ve mekanizmadan çok şey bekliyor ve görevlerini yerine getirmelerini istiyoruz. Peki onlar ne yapıyor?

Depremin yıkıcı sonuçlarını ya da depremin önceden tahmin edilip edilmeyeceğini bir kenara bırakıp yapılabilir olanlara bakalım. Binaların depremde yıkılmaması ya da olabildiğince az hasar görmesi için doğal olarak kurallara uygun yapılmış olması gerekiyor. Elbette işinin ehli kişilerin de bunu denetlemesi ve binaların güvenliğini onaylamasına ihtiyaç bulunuyor. Hatta bunun için organize bir şekilde yapılabilmesi için "yapı denetimi" gibi bir mekanizma da kurulmuş.

Buraya kadar her şey iyi gibi görünüyor, o halde bu yapı denetimine biraz daha yakından bakalım. Bunun için de bir otoriteyi kaynak alalım ki, bu da Sosyal Güvenlik Kurumu olsun.

Kurum 2010 yılında bu yapı denetim firmalarından bazılarının kapısını çalmış ve 70 rapor düzenlemiş. Sonuçta buralarda çalışan 1913 kişinin 1493'ünün aslında çalışmadığını tespit etmiş! Başka bir ifadeyle 1493 kişi kayıt dışı çalışıyormuş. Yani çalışma ve sosyal güvenlikle ilgili kanunlar ihlal edilmiş ya da kanuna karşı hile yapılmış. Hatta bunun içinde yüklü miktarda matrah çıkarılıp, cezalar kesilmiş.

"Bunda ne var zaten memleketin yarısı kayıt dışı" diye olursa şunlara da cevap hazırlasa iyi olur: Bu insanların işi, alanlarında kanunlara uyulup uyulmadığını denetlemek, uyulmuyorsa uyulmasını sağlamak değil mi? Kendileri uymuyorlarsa işlerini yaparken uyduklarının garantisini kim verebilir? Tuzun kokması tam da bu değil midir? 

Eğer bir gün yapı denetim firmalarına işiniz düşerse buradaki kişilerin "gerçek" olup olmadıklarına dikkat edin. Çünkü Sosyal Güvenlik Kurumu verilerine göre buralarda çalışanların yüzde 78'i var ama yok! Kurumun denetimlerinden çıkan çarpıcı sonuç bu... 

Hadi gel de depremden korkma!...

7 Şubat 2012 Salı

Ev sahibinden en çok kim korkar?


Kiracılar için ay sonu yaklaştıkça bir kira ve ev sahibi sendromu başlar. Nihayetinde o ayki gelirin büyük bir kısmı kira olarak ev sahibine ödenecektir. Kiracının yaşadığı sıkıntı çok küçük istisnalar dışında değişmez. Ama bir kesim var ki ev sahipleri onlar için tam bir kabus olabiliyor...

Kiracı ve ev sahibi arasındaki ilişkinin normal şartlarda basit bir alışveriş ilişkisinden farklı anlamlar taşımaması lazım. Nasıl ki, ekmek aldığımız bakkaldan, bindiğimiz otobüsün şoföründen, elma aldığımız manavdan korkmuyorsak, evini kiraladığımız ev sahibinden de korkmamamız gerekir. 

Peki nasıl oluyor da bazıları için ev sahibi bir kabusu dönüşüyor?

Türkiye İstatistik Kurumu'nun Ocak 2012 verilerine göre Türkiye'de ortalama kira 514 lira. Ülke nüfusunun yoğunlaştığı üç büyük kentten İstanbul'da ortalama kira 686, İzmir'de 577, Ankara'da ise 494 lira.  

Sosyal Güvenlik Kurumu verilerine göre, ücretli çalışanların en büyük kısmını asgari ücretliler oluşturuyor görünüyor. Asgari ücret ise şu anda 701 lira olarak uygulanıyor.

Yani İstanbul'da ortalama kiradaki bir ev asgari ücretin yüzde 97'sine, İzmir'de yüzde 82'sine, Ankara'da yüzde 70'ine karşılık geliyor. Yani asgari ücretten çalışan bir şey kalmıyor.  

Hal böyleyken siz asgari ücretli olsanız ev sahibi ay sonunda rüyalarınıza girmez miydi?

5 Şubat 2012 Pazar

İş yoksa da sendika var


Uzun süredir beklenen ve TBMM'ye sunulan Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı, bir dizi değişikliğin yanında işsizlerin sendika hakkına ilişkin durumu da netliğe kavuşturuyor.


Tasarının ilgili maddesi işini kaybeden sendikalı işçinin üyeliğinin 1 yıl sürmesini içeriyor. Yani işini kaybeden, işinden ve işyerinden bir anda uzaklaşan bir işçi, hiç değilse bir süre daha kendisini ait hissedebileceği bir organizasyondan, bir destekten uzak kalmayacak. İşsiz kalmanın getirdiği travmayı belki de bu şekilde daha kolay atlatabilecek, belki yeni iş bulma konusunda sendikasından destek alabilecek. Başka bir anlatımla sendika zor gününde üyesini yalnız bırakmamış olacak.

Bu durum sendikalarla üyeleri arasındaki ilişkilerin güçlenmesi konusunda bir olanak yaratacak.

İşçi noteri zengin etmeyecek

Öte yandan, işçinin sendikaya üyeliği noter acılığıyla yapıldığında hem üyelik hem de istifada noter onayı gerekiyor. Bu işlemler için yaklaşık 120-130 lira masraf yapılıyor. Hata imkanı olmayan bazı sendikalar, sırf bu masrafın karşılanamaması nedeniyle bile örgütlenmede sıkıntı yaşıyor.

Yeni düzenlemeyle sendikaya üyelik, elektronik başvuru sistemine işçinin e-Devlet kapısı üzerinden sendikaya üyelik başvurusunda bulunmasıyla mümkün olacak. Yani sendika üye olmak bedava gerçekleşecek. İstifa da benzer şekilde yapılacak.
Tasarı her ne kadar Türkiye'de çalışanlara tanınmış olan sendika ve toplu sözleşeme haklarını düzenlese de içerisinde işsizleri de ilgilendiren önemli bir düzenleme var.

4 Şubat 2012 Cumartesi

Avrupalı nereye yürüyor?...


fotoğraf: etuc.org
Avupalıların ve Avrupalı işçinin rüyası sona erdi. Başka başka ülkelerin işçilerinin zaman zaman yaşadıklarıyla, Avrupalı işçiler 10 yıllar sonra karşı karşıya kaldı. Bazılarının hiç kurtulamadıkları "kemer" bu kez en çok Avrupalı işçiyi sıkıyor. Kemer sıkmadan canı yanan da soluğu sokakta alıyor... 

İrlanda'da 30, Portekiz'de 22 , Belçika'da 18, İspanya'da 8 yıl sonra ne oldu? Bu sorunun cevabı çalışmayan trenlerde, uçmayan uçaklarda, boş sınıflarda, büyük bir sessizliğe gömülen fabrikalarda ve sokakları dolduran yüzbinlerde saklı.

Daha başka Avrupa ülkeleri de benzer biçimde yıllar yıllar sonra genel grevler yaşadı. Avrupa ekonomisindeki kriz derinleştikçe işçiler, belki de unuttukları bir kavramı yeniden hatırlamaya başladı: "kemer sıkma". Bu, işten çıkarma, işçilerin ücretlerinin küçülmesi, çalışma saatlerinin artması, emeklilik koşullarının güçleştirilmesi, emekli aylıklarının düşürülmesi yani işçiler için "çanların çalması" anlamına geliyordu.

Avrupalı işçi de kulakları sağır eden bu sese kayıtsız kalmayıp sokaklara döküldü, geleneğinden gelen güçle olup bitenlere yanıt verdi. Bundan sonra neler olacağını hep birlikte göreceğiz.

Avrupalı liderler ne mi yapıyor? Sermaye sınıfının krizini atlatabilmesinin yollarını arıyorlar ya da arıyormuş gibi yapıyorlar. Birçoğu da bu süreçte ortaya çıkan tepkiler üzerine siyaset sahnesinden silindi. Dişe dokunmayan finansal oyunları bir kenara bırakırsak krizi aşabilmek için buldukları en dahiyane çözüm savaş. Bu yüzden de içeride işçi haklarını kısıtlama yoluna giderken dışarda da birçok bölge ve ülkeyi karışıklığa sürükleyip çıkacak savaşlar için ellerini ovuşturuyorlar.

Evet bir savaş kapıda... Kuzey Afrika'yı karıştırıp akbaba gibi üzerinde uçuşanlar, sistemlerini korumak, şirketlerini ayakta tutmak için bu kez Suriye, İran ve başka ülkelere bombalar bırakacak... İşte yakında olacak tam da bu... Sonra da gelsin paralar!... 

3 Şubat 2012 Cuma

Karadeniz'den uyarması!..


Türkiye'de bir ilk yaşanıyor. Evet, Türkiye'de ilk defa deniz üzerine havaalanı yapılıyor. Karadeniz'in üzerine deniz dolgusuyla Ordu-Giresun Havaalanı inşa edilmeye çalışılıyor. Bu arada Karadeniz'in dalgaları ne diyor dinleyen yok...

Adı "hırçın kız"a çıkan Karadeniz, bu sıfatını hak etmek ve bir o kadar da doğası gereği dalgalarıyla kıyıları dövmeye devam ediyor.

Yakın zamanda Karadeniz, kıyılarındaki hummalı bir çalışmayı hayretle izledi. İş makinaları bıkmadan usanmadan sularına taşlar, kayalar bıraktı. O ise tüm bunları kendinden emin bir şekilde izledi. Her şey olup bittiğinde ortaya Karadeniz Sahil Yolu çıkmıştı.

Ancak ortaya çıkan bu yapıya Karadeniz hiç ama hiç ısınamadı ve bunu da her fırsatta belli etti. Bazen o kadar kızdı ki, onca uğraşla yapılan yolu bir kağıt gibi yırttı attı. Oysa birileri bunların olabileceği konusunda ne çok uyarmıştı...

Şimdi Karadeniz sahilinde yeni bir hareketlilik yaşanıyor. Söz konusu hareketliliğin nedeni ise Ordu-Giresun Havaalanı. Havaalanı için denize 29 milyon tonluk bir dolgu yapılacak.

Bu proje tamamlandığında Karadeniz'in üzerinden geçen "çelik kuşların" sayısı ciddi biçimde artacak. 

Karadeniz bu kadar dolguya ne der, bu "kuşlar" Karadeniz'i çok kızdırırlarsa inecek bir pist bulabilirler mi?... İşte bu soruların cevabını hep birlikte göreceğiz ya da Karadeniz'e biraz kulak kabartacağız: Dün ne söylemişti, bugün ne söylüyor? Kimbilir belki bu konuda da birşeyler söylüyordur...